logo

şübhe

  • akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle vesveseye ve şübheye düşen… Sözler 494
  • sû’-i fehimden gelen şübhelerle, o metin sakf-ı muallâyı sebatsız ve kabil-i sukut görmek ne derece akılsızlık olduğunu anladın. 119
  • müstakim akıllarına gayet kat’î kanaat ve kuvvetli iman ve aynelyakîn bir tasdik vermiş ki, şübhesiz ve vesvesesiz itminan-ı kalb ile itikad ederler ki; Şualar – 667
  • Bir bîçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşen-ül Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevab ve faziletine dair bir hadîsi görmüş, şübheye düşmüş. Emirdağ-1 – 162
  • Hayale gelen bir şübheyi, akla girmiş bir şübhe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. S.277
  • Hem hiçbir cihetle şübhe kabul etmeyen ve hiçbir vechile noksaniyeti olmayan, 12
  • kıl kadar kuvveti olmayan şübheler, şeytanî vesveseler o dağ gibi hakikat-ı râsiha-i âliyeyi sarssın, yerinden kaldırsın? Hâşâ ve kellâ! 88
  • Şimdi şu tahkikattan sonra şübhem kalmadı ve tasdik ettim ki; 266
  • Evet o Kur’ana selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki: Cihat-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır ki; hiçbir zulmet, hiçbir dalalet, hiçbir şübhe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhûle fürce bulamaz. 309
  • …ya mülhidler tarafından medar-ı tenkid olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şübhelerine maruz olmuş âyetler… 365
  • … en büyük, en dehşetli mes’elelerinden en azametlilerini ders vermek ve hadsiz şübheleri izale etmek.. 457
  • O hads-i kat’î, o yakîn-i şuhudî, hadsiz emarelerden ve o emareler, hadsiz müşahedat vakıalarından ve o müşahedat vakıaları, şeksiz ve şübhesiz mebadi-i zaruriyeye istinad etmesin. S.511
  • Evet fıtratın şehadeti Delalet-i hal ise, hususan çok cihetlerle gelse, şübhe getirmez. S.663
  • O çeşit mes’elelerdeki şübheler, erkân-ı imaniyenin za’fından ileri geliyor. M.42
  • yanlış gitmemek için; her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibariyle işitilen evsaf-ı âdiye içinde başını kaldırıp, hakikî mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nuranî şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa, ya hürmetsizlik eder veya şübheye düşer. Mektubat – 97
  • Hem insanda madem nefs, heva ve vehim ve şeytan hükmediyorlar, çok vakit imanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileleri ederler, şübhe ve vesveselerle iman nurunu kaparlar. Mektubat – 333
  • şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için; eğer inkâr etse dehşetli bir kapı açar, yani küçücük aklına sığışmayan kat’î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zahir-i hadîsin manasını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalaletin itirazatına ve “hurafattır” demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celbedilmiş ve bu çeşit hadîsler çok vârid olmuş, elbette şübheleri izale edecek bir hakikatı beyan etmek lâzım gelir. Mektubat – 351
  • *** Çünki işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Lemalar – 8
  • *** günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. Lemalar – 8
  • *** bu kat’î hakikata binaen binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî mes’elelerde birtek muhbir-i sadıka karşı hiçbir şübhe hattâ vesvese vermemek lâzım iken
  • Şualar ( 213 )
  • *** erkân-ı imaniyede; aklı gözüne inmiş, kalbsiz, maneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaç feylesofun inkârlarıyla şübheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz. Şualar – 213
  • bütün ruhuyla Cehennem’in ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şübhe, Cehennem’in inkârına cesaret veriyor. Lem’alar ( 9 )
  • Bir şübhe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse, kat’î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. Lem’alar ( 9 )
  • Bir emareden gelmeyen bir ihtimal-i zâtî ise, bir imkân-ı zihnî olmaz ki, şübhe verip, ehemmiyeti olsun. Lem’alar ( 75 )
  • böyle hasiyetli evradı okumak için zaîf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp, şevke gelip; evradı sırf rıza-yı İlahî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i sâlihînden mervî olan faideleri görmediklerinden şübheye düşer, hattâ inkâr da eder. Lem’alar ( 132 )
  • tevafuku ise, şübhesiz tesadüf olamaz. Lem’alar ( 147 )
  • gayet bedihî ve kat’î bürhanlarla şübhesi olanlara tafsilen beyan ve isbat etmeye hazırım. Lem’alar ( 176 )
  • Tabiatı bırakan ve hakikata geçen zât diyor ki: Cenab-ı Hakk’a zerrat adedince şükür ve hamd ü sena ediyorum ki, kemal-i imanı kazandım, evham ve dalaletlerden kurtuldum ve hiç bir şübhem de kalmadı. Lem’alar ( 194 )
  • kalb-i Muhammedîye (A.S.M.) gelen vahy ve huzur-u Muhammedîye (A.S.M.) gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedîye (A.S.M.) görünen hakaik-i gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şübhe girmez diye Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan mu’cizane haber veriyor. Lem’alar ( 282 )
  • bin seneden beri iman ve Kur’an aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları ve şübheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Şualar ( 166 )
  • Eğer o haram ve şübheli ve zehirli tatlıları yeseniz, asılmağa gittiğiniz zamana kadar dahi o zehirin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler müttefikan size kat’î haber veriyoruz. Şualar ( 196 )
  • sizlerin yazılarınız ve hizmetleriniz vasıtasıyla ne kadar insanlar imanlarını dehşetli şübhelerden kurtardığını ve kurtaracağını düşününüz, sabır içinde kemal-i rıza ile şükrediniz. Şualar ( 336-337 )
  • fakat zahirî manaları medar-ı itiraz olmasından, sırf ehl-i imanı şübhelerden kurtarmak için yazıldığı Şualar ( 453 – 454 )
  • İlmî ve imanî şübhelerden kurtaran aklî ve imanî isbatları onda buldum. Böylelikle vesveselerin verdiği sıkıntılardan kurtuldum. Şualar ( 546 – 547 )
  • Kanaatıma hiçbir şek ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Şualar ( 682 )
  • Ehl-i dalalet müteşabihat-ı Kur’aniyeyi yanlış tevilat ile tahrifine ve şübheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, ilimde rüsuhu bulunan bir taife o müteşabihat-ı Kur’aniyenin hakikî tevillerini beyan edip ve iman ederek o şübehatı izale eder. Şualar ( 701 )
  • dinsizlerin itirazlarını ve kâfir feylesofların teraküm edip şimdi yol bularak intişar eden şübhelerini Şualar ( 732 )
  • Maahaza mebde-i hayatına şek ve şübhe ile bakan adam herhalde masdar ile mazhar, menba’ ile makes, zâtî ile tecelli aralarını fark edemiyor. Ve bu yüzden şübheye düşer. Mesnevi-i Nuriye ( 86 )
  • İnsan ne kadar cahil ve gafildir. Ne kadar yolunu şaşırmış, nefsine zarar veriyor. Dokuz vecihle menfaatı muhakkak, yalnız bir vecihle zararı mevhum olan büyük bir hayr-ı azîmi terk, dalaleti irtikâb eder. Evet sofestaînin bir şübhesi için, binlerce menfaat delilleri olan hidayeti terkediyor. Mesnevi-i Nuriye ( 147 )
  • Ve keza istiğrakı ifade eden لاَ Kur’anın her köşesinde rekz ve her yerinde zikredilen deliller, bürhanlar, hücuma gelen şek ve şübheleri def’ ile, Kur’anın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilân eder. İşarat-ül İ’caz ( 37 )
  • Ve keza zarfiyeti ifade eden فِى tabiri, Kur’anın sathına ve zahirine konan şek ve şübhe varsa, içerisindeki hakaik ile def’edilebileceğine işarettir. İşarat-ül İ’caz ( 37 )
  • Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale “bürhan-ı limmî” denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi, eserden müessire olan istidlale de “bürhan-ı innî” denir. Bürhan-ı innî, şübhelerden daha sâlimdir. İşarat-ül İ’caz ( 86 )
  • O heriflerin zu’mlarınca Kur’ana bir nakîse ve şek ve şübhelere sebeb addettikleri şu üç emir, Kur’an-ı Kerim’e bir nakîse teşkil etmez. ……Demek kabahat, onların fehimlerindedir, hâşâ Kur’an-ı Kerim’de değildir. ~RN-İşârât-ül İ’caz/115~
  • cemaatin istidadına göre irşadın yapılması lüzumundan ve Şâri’in cumhuru irşad etmekte takib ettiği maksaddan gafletleri ve cehilleri dolayısıyla bazı insanlar, Kur’an hakkında çok şek ve şübhelere maruz kalmışlardır. ~RN-İşârât-ül İ’caz/115~
  • Kur’an-ı Kerim hakkında şek ve şübheleri olanlar, Kur’anın bazı terkib ve kelimeleri güya Nahiv ilminin kaidelerine muhalefet etmiş gibi şübhe îka’ etmişlerdir? ~RN-İşârât-ül İ’caz/123~
  • *** “Kur’an, şek ve şübhelere mahal değildir. Sizin şübheleriniz, ancak kalblerinizin hastalığından ve tabiatınızın sekametinden neş’et ediyor.” Evet gözleri hasta olan, güneşin ziyasını inkâr eder; ağzı acı olan, tatlı suya acı der.  ~RN-İşârât-ül İ’caz/124~
  • Sıdk erbabı değilsiniz, ancak safsatacı adamlarsınız. Evet siz hakkı taleb ederken rayb, şübhe kuyusuna düşmediniz; ancak rayb, şekk ve şübhelere koşarken içine düşmüş kafasız adamlarsınız. ~RN-İşârât-ül İ’caz/135~
  • pek büyük bir itminan ve ciddiyet ile, şekk ve şübhe etmeyerek bu hükmü vermiştir. Bundan anlaşılır ki, o zâtın işlerinde hile ~RN-İşârât-ül İ’caz/136~
  • *** Onların pek vâhî ve zaîf şübheleri vardır. Bu şübheler, müteselsil bazı vehimlerden neş’et etmiştir. O vehimler de, bazı mugalatalardan husule gelmişlerdir. ~RN-İşârât-ül İ’caz/156~
  • şekk ve şübheleri îka’ eden fâsıkların ~RN-İşârât-ül İ’caz/173~
  • bu âyette ise, âhiretin tahkikiyle şübhelerin izalesine işaret edilmiştir. ~RN-İşârât-ül İ’caz/185~
  • *** şübhe olursa, beşerin yakîniyatında emniyet kalmaz. ~RN-İşârât-ül İ’caz/198~
  • şübhe bulutları içinde vakitlerini bir hiç için zayi’ edip giden ehl-i gaflet (Zekai’nin fıkrasıdır.) ~RN-Barla Lâhikası/58~
  • Sonra bu işde öyle bir muvaffakıyet ve teshilât göründü ki, şübhe bırakmadı ki, burada bir sır var. ~RN-Barla Lâhikası/255~
  • zihinlerine bir iltibas, bir şübhe ~RN-Barla Lâhikası/269~
  • Şimdi bakıyoruz, şu sahifede yaş lafzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakıyor ki, şübhe bırakmaz ki, bir tanzim-i gaybîdir. ~RN-Barla Lâhikası/319~
  • müteaddid vakıalar şübhe bırakmıyor. ~RN-Kastamonu Lâhikası/10~
  • İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. ~RN-Kastamonu Lâhikası/18~
  • şübhesiz bir kanaat ~RN-Kastamonu Lâhikası/70~
  • zahirine bakıp şübheye düşmüşler. ~RN-Kastamonu Lâhikası/80~
  • ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden ~RN-Kastamonu Lâhikası/141~
  • En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar, haber veriyorlar ki: O darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüzle gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şekk ve şübhe getirmez, görür gibi, gündüz gibi kat’î biliniz.” ~RN-Kastamonu Lâhikası/157~
  • Kanaatımda hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. ~RN-Kastamonu Lâhikası/160~
  • Evet vesvese-i sârık, bâvehm şübhe-i târık, ne haddi var ki o mârık, girebilsin bu bârık kasra. Hem şârık ki, sur sureler şâhik, her kelime bir melek-i nâtık ki: Lâ ilahe illâ Hû ~RN-Kastamonu Lâhikası/178~
  • noksan olduğu için, şübhe edilmiş. ~RN-Kastamonu Lâhikası/199~
  • Şeksiz şübhesiz kanaat ettim ve gördüm ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) ona verdiği ehemmiyetin sırrını bildim. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/69~
  • Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi’ ve basamak olamaz ve hiçbir garaz ve maksad onu kirletemez ve hiçbir şübhe ve felsefe onu mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/74~
  • *** Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şübheler ve vesveseler ile, o kutbun derslerini hususî makamından ve hususî hissiyatından geliyor nazarıyla bakıp, mağlub olarak dağılabilirler. Bu mana için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/75~
  • Kerametler, keşfiyatlar, tarîkatta sülûk eden âmi ve yalnız imanı taklidî bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zaîf olanları takviye ve vesveseli şübhelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur’un imanî hakikatlarına gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/86~
  • Bu zamanda onun bir mu’cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalalet-i ilmiyeye karşı avam-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalalet-i ilmiyenin savletinden kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi, zabtedilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki; bu emsalsiz dehşetli dalaletler içinde, yine avam-ı mü’minînin imanını şübhelerden ve İslâmiyetini hakikatsızlık vesveselerinden muhafaza ediyor. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/91~
  • Evet her tarafta, hattâ Hind ve Çin’de ehl-i iman, bu zamanın çok dehşetli dalaletinin galebesinden; acaba İslâmiyet’te bir hakikatsızlık mı var ki, sarsılmış diye şübheye ve vesveseye düştüğü vakit birden işitir ki; bir risale çıkmış, imanın bütün hakikatlarını kat’î isbat eder, felsefeyi mağlub edip zındıkayı susturuyor, diye anlar. Birden o şübhe ve vesvese zâil olup imanı kurtulur ve kuvvet bulur. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/92~
  • *** Evet iman-ı taklidî, çabuk şübhelere mağlub olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratib var. O meratiblerden ilmelyakîn mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şübhelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şübheye karşı bazan mağlub olur. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/104~
  • *** Ve en kuvvetli ve hakkalyakîn derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-ı insaniye haritasını ve enaniyet-i beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalaa ile, imanın şübhesiz ve vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki; sırr-ı akrebiyete ve veraset-i nübüvvete bakar. Ve enfüsî tefekkür-ü imanî hakikatının bir parçası, Otuzuncu Söz’ün “ene ve enaniyet”te ve Otuzüçüncü Mektub’un Hayat Penceresinde ve İnsan Penceresinde ve bazı parçaları da sair ecza-yı Nuriyede bir derece beyan edilmiş. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/147~
  • *** Bir bîçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşen-ül Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevab ve faziletine dair bir hadîsi görmüş, şübheye düşmüş. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/162~
  • Yirmidördüncü Söz’ün Üçüncü Dalında on aded usûl var, böyle şübheleri esasıyla keser, izale eder. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/162~
  • O vesvese edip şübhelere düşen adam, lillahilhamd kurtuldu, tam kanaatı ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/164~
  • Nasılki Asâ-yı Musa Risalesi tabiatta boğulanları dalaletten kurtarıyor ve bu zamanda herkese, hususan şübheye ve inkâra düşenlere lâzımdır ve tiryaktır; öyle de Zülfikar, ehl-i imana ve ehl-i ilme ve bilhâssa hâfızlara elzemdir. ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/178~
  • *** mülhidler tarafından medar-ı tenkid olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî, insî şeytanların vesvese ve şübhelerine maruz olmuş ~RN-Emirdağ Lâhikası 1/181~
  • bu Hüve’nin keşfettiği sırr-ı tevhid, pek kat’î ve bedihî bir surette küfr-ü mutlakı kırıyor. Hattâ bir kısmında hiçbir vesvese ve şübhe bırakmıyor. ~RN-Emirdağ Lâhikası 2/67~
  • Üç noktada şübhe edip bir nevi itiraz gibi yanlış mana verdiği için ~RN-Emirdağ Lâhikası 2/150~
  • hakikî sureti görünmesiyle elbette ve elbette hiçbir şübhe yok ki ~RN-Sikke-i Tasdiki Gaybî/6~
  • *** Ehl-i dalalet müteşabihat-ı Kur’aniyeyi yanlış tevilat ile tahrifine ve şübheleri çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, ilimde rüsuhu bulunan bir taife o müteşabihat-ı Kur’aniyenin hakikî tevillerini beyan edip ve iman ederek o şübehatı izale eder. ~RN-Sikke-i Tasdiki Gaybî/85~
  • Evet Kur’anın aleyhinde bin seneden beri müntakimane hazırlanan dinsizlerin itirazlarını ve kâfir feylesofların teraküm edip şimdi yol bularak intişar eden şübhelerini ~RN-Sikke-i Tasdiki Gaybî/115~
  • Kimin şübhesi varsa gelsin onu dikkatle okusun ~RN-Sikke-i Tasdiki Gaybî/116~
  • Kimin şübhesi varsa, işaret olunan risalelere bir kerre dikkatle baksın. İnsafı varsa, şübhesi kalmaz zannediyorum. ~RN-Sikke-i Tasdiki Gaybî/130~
  • Risale-i Nur, şimdiye kadar hiçbir ilim adamının tam bir vuzuhla isbat edemediği en muğlak mes’eleleri gayet basit bir şekilde en âmi avam tabakasından tut, tâ en âlî havas tabakasına kadar herkesin istidadı nisbetinde anlayabileceği bir tarzda, şübhesiz ikna edici ve yakînî bir şekilde izah ve isbat etmesidir. Bu hususiyet, hemen hemen hiçbir ilim adamının eserinde yoktur. ~RN-Sikke-i Tasdiki Gaybî/249~
  • bu zamanda fen ve felsefe ile iştigal edip şekk ve şübhelere maruz kalanları, aklî delillerle şübhelerden kurtaracak eserler te’lif etmiştir. ~RN-Tarihçe-i Hayat/28~
  • bu asırda yalnız eski tarzdaki İlm-i Kelâm’ın İslâm Dini hakkındaki şekk ve şübhelerin reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünunun tahsiline lüzum görmüştür. ~RN-Tarihçe-i Hayat/46~
  • hakikatı evham ve şübheden kurtarayım. ~RN-Tarihçe-i Hayat/62~
  • *** Binlerle dâhî ve yüzbinlerle müdakkik ve yüksek ehl-i tahkik kıl kadar bir şübhe bırakmayan tedkikat-ı amikalarıyla, başta vücub-u vücud ve vahdet olarak müsbet mesail-i imaniyeyi isbat ediyorlar. ~RN-Tarihçe-i Hayat/347~
  • *** Ne kadar şübheli noktalar varsa; umumen cerbezeli zihinlerden çıkıp sonra da onlara karışmış. ~RN-Muhâkemat/31~
  • “Eğer hakikat-ı İslâmiyette şübhe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyyede iştibah edersin. Çünki en bedihî ve zarurî bir hakikat ise, İslâmiyettir.” ~RN-Hutbe-i Şamiye/31~
  • şübhe ve hileyi îma eden gizlemek ~RN-Hutbe-i Şamiye/90~
  • İmanî mes’elelerde şübhe, bir delili, hattâ yüz delili atsa da; medlûle îras-ı zarar edemez. Çünki binler delil var.  ~RN-Hutbe-i Şamiye/124~
  • *** Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder. ~RN-Münâzarât/86~
  • *** Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şübhelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar. Bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir. ~RN-Münâzarât/89~

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir