muhakkikler | nev’-i insanın güneşleri | olan bu üç cemaat-ı azîme | bu üç büyük ve âlî heyetlerin fermanları ile | verdikleri haberleri dinlemeyen |
müçtehidler | nev’-i insanın kamerleri | olan bu üç taife-i ehl-i hakikat | saadet-i ebediyeye giden, onların gösterdikleri yol olan sırat-ı müstakimde gitmeyenler | |
sıddıkînler | nev’-i insanın yıldızları | olan beşerin kudsî kumandanları | yüzde doksandokuz dehşetli tehlike ihtimalini nazara almayan ve bir tek muhbirin bir yolda tehlike var demesiyle o yolu bırakan |
başka uzun yolda hareket eden bir adam
elbette ve elbette vaziyeti şudur ki:
İki yolun -hadsiz muhbirlerin kat’î ihbarları ile- en kısa ve kolayı ve yüzde yüz Cennet ve saadet-i ebediyeyi kazandıranı bırakıp en dağdağalı ve uzun ve sıkıntılı ve yüzde doksandokuz Cehennem hapsini ve şekavet-i daimeyi netice veren yolunu ihtiyar ettiği halde, dünyada iki yolun, bir tek muhbirin yalan olabilir haberiyle yüzde bir tek ihtimal tehlike ve bir ay hapis imkânı bulunan kısa yolu bırakıp, menfaatsiz -yalnız zararsız olduğu için- uzun yolu ihtiyar eden bedbaht, sarhoş divaneler gibi dehşetli ve uzakta görünen ve ona musallat olan ejderhalara ehemmiyet vermez, sineklerle uğraşıyor, yalnız onlara ehemmiyet verir derecede aklını, kalbini, ruhunu, insaniyetini kaybetmiş oluyor.
Şualar – 197