- dimağın değirmenine hak ilim verilmezsen evham ve vesveseler dimağın malzemesi olur ki ruhi bunalım ve rahatsızlıklar ortaya çıkar. (hasan abiden aldığım ders)
- nasıl ki seyahat insanın birçok cihazat ve latifelerini teneffüs ettirir, seyahat-ı fikriye dahi zihnin teneffüsünü sağlar ve telezzüzatını artırır.
seyahat-ı ruhiye ise akıl ve kalp basamaklarına basıp bunlardan tecerrüd ederek ayetullahın hava-i nesimini koklamaktır.
- yazmak, fotoğraf gibi hobiler dahi kalbe ruha pencereler olabilir ve olmalı.
kalem ve fotoğraf ile kalbin ve ruhun kapılarını aralamayı başarabildiğimiz ölçüde sanatın kendimize ve özümüze bir yolculuk olduğundan bahsedebiliriz.
- “kendine” ihtiyacın var, harice değil, başkasına değil… kendinden kaçma …
- bir üst basamağa geçmek için bulunduğun basamağı terk etmek gerektiği gibi, insan ilmi, kalbi, ruhi (yada bütün düşünmeli belki) terakkiyatında mesafe kaydetmek için kazanımlar elde etmeye çalıştığı gibi terk etmesini de bilmeli. miraç ipine tırmanırken bulunduğun yerde kalma
- neden yazmak istemiyorum
- yazmak derinde gibi
- bense akışı seviyorum, akış içinde bulunmayı, sürekli seyahat ve değişimleri
- yazmak belki kap doldurmaktır. biriktirmek, şekle sokmak, kalıp yapmak ; bir sunuç, ifade ediş, hapsediş gibi olduğundan inkıyad ve cümudet içeriyor gibi geldiğinden çoğunlukla sakil karşılayabiliyorum
- yazmak . netleştirmek, belirginleştirmek, hat çizmek, sınır koymak gibi olması yine kısmen bana ters
ne yapmalı ? eğer ben su mizacında ve yazı da toprak mizacında ise ben yazıya dökülmeliyim, kelimelere, toprağa hayat olmalı münbit bir zemin oluşturmalıyım.
- çamaşır makinesini yıkmaya hazırlarken tursil ve yumuşatıcıyı doğru yerlere dökmezsen ne çamaşırların temizlenir ne de güzel kokar, netice vermez.
aynen bunun gibi bir malzemenin nereye ait olduğunu iyi bilmeli ve oraya vermeli, hisleri akla veremezsin, mantığı da kalbe veremezsin
- iyi bir fotoğraf : her bakıldığında kendince ve kendinden bir şeyler bulabilmesi ve çok konuya şamil olmasıyla birlikte sadelik içeren fotoğraf olduğu gibi ; Kur’an da sure ve ayetlerinde nerden ve nasıl baktığına göre hakikatler sunar. gayet selaset ve sadelik içinde muhteşem bir mana muhteviyatı barındırıyor çünkü.
- “madde mana ile kaimdir, o mana hayattır, ruhtur.”
Madem öyle, bütün beşerin eserleri manasız ve ruhsuz olması nisbetinde ölüdür ve hayatta kalamayacaktır.
- gül sana açmalı, manasını açmalı : o zaman rengini görebilir ve bakışını duyabilirsin.
Kapalı hakikatler açmamış çiçekler gibi bütün güzelliğini henüz göstermemiştir, yani sen görememişindir. Nasıl ki çiçeğin açması için beklemeli, muhafaza etmeli, bakımını yapmalısın sonra sabretmelisin ki çiçek bütün güzelliğiyle açılıp, serilip, serpilsin. Aynen hakikatlerde bunun gibi ihtimam istiyor.
- ne var ne yok dedim, dedi :
“ çok şey var çok”
insan oyalanmak için ne çokşey türetiyo yada çokluklara kendini atıyor, uyutuyor
çok şey denilen dünyalıklar hakikat adına ne ifade eder, var mıdır?
elcevap : “hiçbir şey yok hiçbirşey”
- hissen çok az, gururlanma
nasıl ki çektiğin bir fotoğrafta sana ait hisse çok azdır çünkü :
- mekanı sen yapmadın
- zaman senin tercihin mi
- ışık ve modeller senden mi
- makineyi sen mi yaptın
- çoğu kalite, makine ve ortama ait
gibi çok şey nasip ; sana ait olan belki sadece deklanşöre basmak ; aynen bunun gibi insan bu dünyada bir şeye hakiki malik değil ve hakiki tesiri yok (veya eşyanın) yalnız cüz’i bir cüz’i ihtiyarisi var.
- dışarıda olduğumuz kadar ne kadar içerideyiz.
dışarıyı gözlemlediğimiz kadar içeriyi gözlemliyor muyuz?
dışarıyı fotoğraflamaktan ziyade içeriyi, kendimizi de fotoğraflamamız lazım …
- namazı vaktinde kılmak : randevuya vaktinde gelmek ve Rabbimizin çağrısına iştiyakla icabet etmek gibi bir mana uyandırdığından :
- söze riayet etme,
- hakkın davetine uymakta hassasiyet ve
- zaman yönetimi
gibi çok mühim hasletleri geliştiriyor.
- Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.
Mektubat ( 222 – 223 )
- iman-ı billah è daki sim kart ki o olmasa bir anlamı yok telefonun è simkartla ara bağlantı kur
- marifetullah è konuştuğun kişiyi tanıman ve dilinden anlaman lazım è onu bil söylediklerini anla
- muhabbetullah è onu anlamak onu dinlemek ona ünsiyetten gelen muhabbet ki o konuştukça ona olan sevgimiz muhabbetimiz artacaktır
- müşehadetullah è irtibatın sürmesi için telefonu çekmesi lazım, sürdürülen irtibatın neticesi ruhani lezzet ortaya çıkar, nasıl ki bazı kişilerle konuşmak bizi rahatlatır
- çok ders dinlemek, derslere katılmak asla şahsi kitap okumamı aksatmamalı, unutma ki şahsi okumanın yerini hiçbirşey tutamaz.
- nasıl ki iyi bir kimyager maddenin zahirine aldanmayıp onu bir takım kimyevi muamelelere tutarak batınındaki elementleri öğrenip tiryak mı zehir mi, gördündüğü gibi mi değil mi anlayabilir. aynen öyle de marifetullahta terakki etmiş iyi bir insan kimyageri insanların dış görünüşüne aldanmayıp iç dünyasına nüfuz edebilir.
yada iyi bir muhakkik kelimelerin ve cümlelerin ardındaki esas mana ve mahiyeti kavrayabilir.
- Ölüme çok yakınız
bu dünyada hava ile iç içeyiz ve toprak üstünde yaşıyor, ısınmadan ve susuz yapamıyoruz.
her an nefesimizin kesileceğini ve üzerinde yürüdüğümüz toprağın üstünde değil altına olabileceğimizi, donup suyumuzun kesilebileceğini unutmamalı.
bu nimetleri verene şükretmeli. onları nikmete çevirmemeli ve küfrün eline vermemeli.
- yansıma yapan şeylerin bizzat kendisine baktığın zaman kendisini ve yüzeyini görürsün arkasına dikkat etmezsen.
ama yansıyana veya arkasına bakarsan kendini veya arkasını görürsün.
aynen bunun gibi hadiseler ve kişiler şeffaf olan hayat zemininde vuku bulduklarında onların kendisine hasr-ı nazar edersen arka planını göremezsin. bazen yansıyan ve en arkada olan “kendini” göremezsin ; yüzeyde takılır, maddiyat ve somutuyla meşgul olmanın engellerini yaşarsın.
- insanların mizaçları, kabiliyetleri, istidatları farklı olduğu gibi anlayış, kavrayışları, savunma şekilleri, motivasyonları, sabrı, ilişki kurma tarzı farklı farklı. dolayısıyla insanların anlayış, kavrayış tarzına göre yaklaşmalı belki de. örneğin sürekli eleştiriye ve muhalefete çalışan bir beyne telkin ederken aklı hep zıttını haklı çıkarmaya çalışacak. bu yüzden bu tarz kararsız, istikrarsız, dengesizlere karşı çok dikkatli ve muvazeneli yaklaşmalıyız.
- Hangi niyetle okuyorsun
kuran dinliyorlardı ama nasıl?
o dinlemek onları meczup, hakikatsız, eylemsiz yaptıysa yada onlara hakikat adına çokşey katmadıysa bu nasıl bir dinlemek?
demek okumak ve dinlemenin tesiri dahi kendine göre oluyor. okunan veya dinlenen kuran dahi olsa, sen ve niyetin bozuksa öyle karşılık bulur.
- “hem çeken hem çekilen olmak ne güzel” Nurullah genç
dünya hayatı da böyle, bizler çekeriz gözlemleriz ; olayları, kişileri, etrafımızı, çevremizi ve bu koca kainatı … ve gözlemleriniz kişiler tarafından çevremiz tarafından olaylar ve kainat tarafından ve her an Allah tarafından da gözlemlenir. Yani gözlemlediklerimiz de bizi gözlemlerler.
- Bayram hediyesi
- mektup 2. makam 4. kelime olan “lehül mülk” için hatıra ilka edilen Arabi fıkranın 1. fıkrasında insanın kainatın misal-i musağğariyeti noktasında kudret ve kader kalemiyle yazılmış afaki ve enfüsi vahdaniyet delilleri taşıyan bir mektubat-ı rabbani olması olarak bahsetmesi, insanın kendi kendine malik olmadığını ve Onun malikinin o kaside-i kaderi ve mektub-u rabbaniyi yazanın olduğunu ne kadar da güzel anlatmış.
bununla birlikte anlıyorum ki ; bu sahip olmadığımız mülkte mazmun olan bir kaside-i kader var. yani sen dahi kaderine sahip değilsin. yani kaderine bile sahip değilsin. onun sahibi odur. öyleyse bu mülkü okumakla ve onu tanıyıp temellük etmemekle muvazzaf insan onu tanıdığı gibi kaderini dahi mülk noktasında tanıyabilir. madem mülk onundur. bu nokta-i nazardan 1. makamın gözlüğüyle pencerelerden seyret içlerine girme. kaderini seyret, merak etme ki mülk onundur. malikiyetine ve kudretine itimad et. kederi bırak keyfini çek. zahmeti at safayı bul. 04.10.2014 14:35
lahika (02.12.2014) : bunu yazarken aslında şöyle düşündüğümü de hatırlıyorum : kader noktasında bize verilen kabiliyetlerde elbette “lehül mülk” dahilinde olduğundan kişi sahip olduğu bir kabiliyetini dahi temellük edemeyeceğinden ve etmemesi gerektiğinden bu kabiliyetleri dahi sahibine teslim etmeli. Burada bana eman veren mana şu ki : bazı huylarımız kendi kendimizi zor durumlara sokuyor gibi görünüyor ; huylarımız, kabiliyetlerimiz bizi kaderimize çekiyor. Bu her zaman kolay olmuyor. Öyleyse bana bu kabiliyetler mülkünü veren Rabbim eğer ben teslim edebilirsem O’nu elbette muhafaza edecektir. Dolayısıyla ben de artık huylarımdan emin olabileceğim. Bunu örnekle daha somut hale getirmek istiyorum ama zihnimde toparlayamıyorum sanırım. Bu yüzden ifadesi zor. Biraz değinmeye çalışacak olursam :
kimi insan heyecanlı fıtratta kimisi durgun kimisi havai gibi herkesin tabiatı farklı. Her huyun olumlu ve olumsuz tarafları olabilir. Bazen ise bu huylarının ve dolayısıyla tercihlerinin bedelini ödersin. İşte böyle noktalarda endişe etmeden Rabbime güveniyorum. Ve tercihimi yapıyorum. O benim huylarımın emanetçisidir. Ben bu noktada bu “kabiliyetler mülkü” nü bu mülkün içine binip hem kendisini hem bana gezdirdiği yerleri temaşa etmeye devam edeceğim. Ben sabitliği sevmeyen fıtratta biriyim, sabitliği tercih etmiyorum, edemiyorum ve nasipse öyle bir tercihim olmayacak.