İman, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmanın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir iman, hususan bu zamandaki dalalet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imanı elde eden bir kimsenin, iman ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da maruz kalsa, o kasırgalar bu iman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya şübheye düşürtemez.
Sözler ( 749 )
“Bu zamanda hizmet-i imaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesanüd ve ittihadı
muhafaza eden bir hâlis kardeşimiz, bir veliden ziyade mevki alıyor.” diye kanaatım gelmiş
Şualar ( 317 )
Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enaniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun için
ehl-i hakikat, -hattâ meşru bir tarzda dahi olsa- enaniyetten, hodfüruşluktan vazgeçmeleri
lâzım olduğundan
Şualar ( 318 )
bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak
şişe parçalarını onlara tercih etmek,
Şualar ( 675 )
Hem hakaik-i imaniyeyi, ilm-i Kelâm’dan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç
bulunduğundan bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en
derin hakikatları talim eden Risale-i Nur
Şualar ( 732 )
Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalblerin
bozulması ve imanın zedelenmesidir.
Lem’alar ( 104 )
Bu zamanda tecrübemle kanaatım gelmiştir ki; hastalık bazılara bir ihsan-ı İlahîdir, bir
hediye-i Rahmanîdir.
Lem’alar ( 207 )
Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir.
Selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın
marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an
ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve
vesailini elde etmek idi.
Mesnevi-i Nuriye ( 91 )
Bu zamanda vesait, âlât u edevat, sanayiin tekemmülüyle çocukların oyuncakları gibi
âdileşmiş olan çok şeyler vardır ki, eğer onlar bundan iki-üç asır evvel vücuda gelmiş
olsaydılar, hârikalardan addedilecekti. Kezalik kelâmlarda, sözlerde de zamanın tesiri
vardır. Meselâ bir zamanda kıymetli bir sözün, başka bir zamanda kıymeti kalmaz. Binaenaleyh
şu kadar uzun zamanlar, asırlar boyunca gençliğini, güzelliğini, tatlılığını, garabetini
muhafaza eden Kur’an, elbette ve elbette hârikadır.
İşarat-ül İ’caz ( 111 – 112 )
Eski zamanda nazarî olup, bu zamanda bedihî olmuş olan çok mes’eleler vardır.
İşarat-ül İ’caz ( 113 )
Bu zamanda göz ile görünecek gayet cüz’î bir eser-i inayet, manevî büyük kerametlerden daha
tesirlidir.
Barla Lahikası ( 311 )
Zannederim, bu zamanda erkek çocukların tehlikesi daha çok.
Barla Lahikası ( 345 )
bu zamanda en büyük ihsan, imanı kurtarmaktır.
Barla Lahikası ( 366 )
bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevî-i dalalet
Kastamonu Lahikası ( 12 )
bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz iman
Kastamonu Lahikası ( 19 )
Evet bu zamanda merak ile, radyo vasıtasıyla, ciddî alâkadarane küre-i arzdaki boğuşmalara
merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını
dağıtır manevî bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevî bir dinsiz olur, ya fikrini
dağıtır manevî bir ecnebi olur.
Kastamonu Lahikası ( 37 – 38 )
O bir tek adam bir tek kelime ile, bir milyon kebairi birden işler ve milyonlarla insanı
dinlettirmekle günaha sokar. Evet küre-i havanın yüzbinler kelimeleri birden söyleyen ve bir
dili olan radyo unsuru, nev’-i beşere öyle bir nimet-i İlahiyedir ki, küre-i havayı bütün
zerratıyla şükür ve hamd ü sena ile doldurmak lâzım gelirken, dalaletten tevellüd eden
sefahet-i beşeriye, o azîm nimeti şükrün aksine istimal ettiğinden elbette tokat yiyecek.
Kastamonu Lahikası ( 72 )
Risale-i Nur dahi, o Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hakaik-i imaniyesinin bürhanları ve hüccetleri
olduğundan ve Kur’anın hıfz ve kıraetine vasıta ve vesile ve hakaikını tefsir ve izah olduğu
cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak elzemdir.
Kastamonu Lahikası ( 73 )
Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz
dahi Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.
Kastamonu Lahikası ( 77 )
bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet
ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî,
daimî, sabit hidemat-ı imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz.
Risale-i Nur’un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli
makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam
vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda
terakki etmeliyiz.
Kastamonu Lahikası ( 89 )
Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sair şeyler ikinci,
üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur’la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve
medar-ı merak ve maksud-u bizzât olmak lâzım iken; şimdiki hal-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi
hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhâssa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhâssa medeniyetin sefahet
ve dalaletine ceza olarak gelen gazab-ı İlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin
tarafgirane, damarları ve a’sabları tehyic edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i
imaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derecesinde bu meş’um
asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi
haricinde bulunan ülemalar, belki de veliler; o siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları
sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların
hükmüne tâbi’ olarak hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatı
belki ehl-i velayeti tenkid ve adavet eder, hattâ hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tâbi’
yaparlar.
Kastamonu Lahikası ( 117 – 118 )
Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azab içinde bırakır. Selâmet-i
kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı
Kastamonu Lahikası ( 123 )
Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük
esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde
amel-i sâlihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait
içinde çok hükmündedir.
Kastamonu Lahikası ( 148 )
nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de “fena fi-l
ihvan” yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı manevîsi içinde eritip öyle davrandığı için,
inşâallah ehl-i hakikatın riyadan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.
Kastamonu Lahikası ( 185 )
bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan
enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar
eder, ehl-i dalalet istifade ediyor.
Kastamonu Lahikası ( 196 )
Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler
içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.
يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَةِ âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde,
dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa, bilerek rıza ve
sevinçle tercih etmek ve akibeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli
lezzeti, ileride bir batman safi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir
musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî mü’minler dahi bazan ehl-i dalalete tarafdar olmak
gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenab-ı Hak ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirdlerini bu
musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin, âmîn.
Kastamonu Lahikası ( 197 )
Kat’iyyen takarrur etmiş ki; Risale-i Nur hakikatlarına, gıdaya ihtiyaç gibi bu zamanda
ihtiyaç var.
Kastamonu Lahikası ( 198 )
Eski zamandan beri ekser yerlerde medrese taifesi, tekyeler taifesine serfüru’ etmiş; yani
inkıyad gösterip onlara velayet semereleri için müracaat etmişler. Onların dükkânlarında
ezvak-ı imaniyeyi ve envâr-ı hakikatı aramışlar. Hattâ medresenin büyük bir âlimi, tekyenin
küçük bir veli şeyhinin elini öper, tâbi’ olurdu. O âb-ı hayat çeşmesini tekyede aramışlar.
Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatın envârına gittiğini ve ulûm-u imaniyede
daha sâfi ve daha hâlis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarîkattan
daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarîk-ı velayet; ilimde, hakaik-i imaniyede
ve Ehl-i Sünnet’in ilm-i Kelâmında bulunmasını, Risale-i Nur Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın
mu’cize-i maneviyesiyle açmış göstermiş, meydandadır.
Kastamonu Lahikası ( 228 – 229 )
Bu zamanda dalalet fenden, ilimden geldiği için, ancak onları izale etmeye ve nesl-i âtîden
o belaya düşen kısmını kurtarmağa, karşılarında dayanmağa Risale-i Nur gibi her cihetle
mükemmel bir eser
Emirdağ Lahikası-1 ( 22 )
Risale-i Nur’un hizmet-i imaniyesinde bu zamanda binler tahribatçılara mukabil yüzbinler
tamiratçı lâzım gelirken, hem benimle lâakall yüzer kâtib ve yardımcı bulunmak ihtiyaç
varken, değil çekinmek ve temas etmemek, belki millet ve ehl-i idare takdir ile ve teşvik
ile yardım ve temas etmek zarurî iken ve o hizmet-i imaniye hayat-ı bâkiyeye baktığı için
hayat-ı fâniyenin meşgalelerine ve faidelerine tercih etmek, ehl-i imana vâcib iken,
Emirdağ Lahikası-1 ( 51 )
Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife; imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet
verecek bir surette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu,
mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzım ve elzemdir. Çünki bu asırda en
büyük tehlike, benlikten ve hodfüruşluktan ileri geldiğinden; ehl-i hak ve hakikat,
mahviyetkârane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin ağır
şerait içinde kahramancasına imanını ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdır.
Emirdağ Lahikası-1 ( 62 – 63 )
Bu zamanda Risale-i Nur’a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; harmancılar, çiftçiler, çobanlar,
yörük efeleri hacat-ı zaruriyeden ziyade bir hacat-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur’un hakaikını
görüyorlar.
Emirdağ Lahikası-1 ( 65 )
Risale-i Nur mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman,
tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en
müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve
Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu
zamanda bir dairesidir.
Emirdağ Lahikası-1 ( 67 )
Madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye bir kudsî vazifedir; hem kemmiyet,
keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset daireleri ebedî,
daimî, sabit hizmet-i imaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olmaz. Risale-i Nur’un
talimatı dairesinde bize bahşettiği feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddimden fazla
fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve
müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” Elhak, bunda tam terakki
etmişsiniz.
Emirdağ Lahikası-1 ( 73 )
Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kâinatta hiçbir şeye âlet ve tâbi’
ve basamak olamaz ve hiç bir garaz ve maksad onu kirletemez ve hiçbir şübhe ve felsefe onu
mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri
teraküm etmiş dalaletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.
Emirdağ Lahikası-1 ( 74 )
Evet her vakit, hususan bu zamanda ve bilhâssa dalaletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset
ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfüruşluğun heyecanlı asrında, büyük makamlar
herşeyi kendine tâbi’ ve basamak yapar. Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını âlet
eder. Manevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek
ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatları basamak ve
vesile yapıyor diye itham altında kalıp, neşrettiği hakikatlar dahi tereddüdler ile revacı
zedelenir. Şahsa, makama faidesi bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.
Emirdağ Lahikası-1 ( 74 – 75 )
Bu zamanda insanlar, ihsanını, muhtaçlara çok pahalı satarlar. Meselâ: Benim gibi bir
bîçareyi, sâlih veya veli zannedip, sonra bir ekmek verir ve mukabilinde makbul bir dua
ister. Bu kadar fiat vermekten ise, bu ihsanı istemiyorum,
Emirdağ Lahikası-1 ( 90 )
“İktisad” ise, bu zamanda herkese lâzımdır.
Emirdağ Lahikası-1 ( 106 )
Nasılki Asâ-yı Musa Risalesi tabiatta boğulanları dalaletten kurtarıyor ve bu zamanda
herkese, hususan şübheye ve inkâra düşenlere lâzımdır ve tiryaktır; öyle de Zülfikar, ehl-i
imana ve ehl-i ilme ve bilhâssa hâfızlara elzemdir. Her bir hâfız-ı Kur’an, bu mecmuaya bu
zamanda şiddetle ihtiyacı var. Kur’anın kırk vecihle i’cazını beyan eden bu eser, her
hâfızın elinde bulunmalı.
Emirdağ Lahikası-1 ( 178 )
Fakat madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilaftan istifade edip, ehl-i imanı
şaşırtıp ve şeairi bozarak, Kur’an ve iman aleyhinde kuvvetli cereyanları var. Elbette bu
müdhiş düşmana karşı cüz’î teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak
gerektir.
Emirdağ Lahikası-1 ( 204 )
Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad olarak
avam-ı mü’minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nur’da buldukları öyle bir hakikattır ki;
hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmeyecek ve hiçbir şübhe ve
vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve
hakikat için ona çalışanlar bulunacak; dünya maksadları ona karışmayacak; tâ ki, uzakta olan
ehl-i iman, o hakikata ve sadık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve
dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından
kurtarsınlar.
Emirdağ Lahikası-1 ( 214 – 215 )
bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiği için, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanları kendime
almıyorum. Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum.
Emirdağ Lahikası-1 ( 227 )
bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar
Emirdağ Lahikası-1 ( 242 )
Bu zamanda nesiller bilinmiyor.
Emirdağ Lahikası-1 ( 267 )
Risale-i Nur, bu zamanda kâfidir. On sene medresede okuyanlar, Risale-i Nur’la bir senede
aynı istifadeyi ettiklerine şahid, binler ehl-i ilim var.
Emirdağ Lahikası-2 ( 26 )
Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa
karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kur’anın hakikatlarına sarılmaktır. Yoksa koca
Çin’i, az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye; siyasî, maddî kuvvetler ile
susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-ı Kur’aniyedir.
Emirdağ Lahikası-2 ( 54 )
Benim hizmetim ve sergüzeşte-i hayatım, bir nevi çekirdek hükmüne geçmiş. İnayet-i İlahiye
ile bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde’ olmak için Kur’andan gelen ve
meyvedar bir şecere-i âliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiş.
Emirdağ Lahikası-2 ( 73 )
Bu zamanda hocalardan hattâ sofilerden ziyade zabıta efradı ehl-i takva olup kebairden
kendilerini muhafaza ve feraizi yapmasını vazifeleri iktiza ediyor ve ona ihtiyac-ı şedid
var. Tâ ki karşısındaki manevî tahribatçılara karşı, asayiş ve emniyet-i umumiyeye ait
vazifelerini tam yapabilsinler.”
Emirdağ Lahikası-2 ( 77 )
bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi’ olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi
fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek;
bu keşmekeş dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere kat’î kanaat verecek bir tarzda;
yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü
mutlakı ve mütemerrid ve inadçı dalaleti kırsın, herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat
da bu zamanda, bu şerait dâhilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî
bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir. Yoksa komitecilik ve cem’iyetçilikten
tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük
manevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünki imana girmek
isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: “O şahıs dehasıyla, hârika makamıyla bizi
kandırdı.” Böyle der ve içinde şübhesi kalır.
Emirdağ Lahikası-2 ( 79 )
Kur’anı tefsir edene lâzım gelir ki; gayet âlî bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir
nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât, ancak bir şahs-ı manevî
olabilir ki; o şahs-ı manevî, çok ruhların imtizacından ve tesanüdünden ve efkârın
telahukundan ve birbirine yardımından ve kalblerin birbirine in’ikasından ve ihlas ve
samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çıkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne
geçer. Evet “mecmuunda bir hâssa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz”
Emirdağ Lahikası-2 ( 89 )
Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatını tedarik etmeyen on adedde
ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazırası sû’-i istimalat ve israfat ve
hevesatı tehyic ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hacatlar hükmüne getirip görenek ve
tiryakilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hacatı yerine, yirmi
şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden
ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hazıra insanı çok
fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare
avam ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’an’ın kanun-u esasîsi olan
“vücub-u zekat, hurmet-i riba” vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama
karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk
etmeye mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber etti!
Emirdağ Lahikası-2 ( 99 )
Bu enaniyetli zamandaki hizmet-i imaniyede en büyük tehlikem ve manevî en büyük suçum ve
cinayetim; bu zamanda hizmet-i Kur’aniyemi şahsıma ait maddî ve manevî terakkiyatıma ve
kemalâtıma âlet yapmak imiş. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki; bu uzun zamanlarda
ihtiyarım haricinde hizmet-i imaniyemi, değil maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma ve
azabdan ve Cehennem’den kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmama, belki hiçbir
maksada kat’iyyen âlet etmemekliğime gayet kuvvetli, manevî bir mani’ görüyordum. Hayret
hayret içinde kalıyordum.
Emirdağ Lahikası-2 ( 105 )
bu zamanda Nur’un hakikî kuvveti olan sırr-ı ihlas-ı hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur
etmiş
Emirdağ Lahikası-2 ( 152 )
Evet bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve imana ve Risale-i
Nur’a hücumları zamanında onlara karşı tedafü’ vaziyetimizde tevazu ve mahviyet göstermek,
büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezile olur.
Onlara karşı izzet-i diniyeyi ve şerafet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için kahramancasına bir
sebat bir kuvve-i maneviyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfüruşluk olur mu? Hiçbir
şöhretperestlik ve enaniyet olur mu ki, o zât öyle tevehhüm etmiş.
Emirdağ Lahikası-2 ( 153 )
Fakat şimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücumları ve
tahribatları zamanında müdafaamda, bende görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o
hücum edenlere bir yardım hükmüne geçmektir. Ve on aded muhtaçlardan beş-altı bîçareyi
Nur’un ilâçlarından mahrum etmektir.
Emirdağ Lahikası-2 ( 153 – 154 )
Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin za’fiyetiyle benlik, enaniyet
kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp, bir hâkimiyet ve müstebidane bir mertebe
tarzına getirdiğinden; abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet adalet olmaz, esasıyla
da bozulur ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçemiyor
ki, hak olabilsin; belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.
Emirdağ Lahikası-2 ( 173 )
Diyanet dairesi, Meşihat-ı İslâmiye gibi yalnız Türkiye’nin din muallimi değil, belki umum
âlem-i İslâm’a Meşihat-ı İslâmiye yerine alâkası, nezareti, münasebeti var. Âlem-i İslâm o
Diyanet dairesine karşı tam hüsn-ü zan etmek, sû’-i tevehhüm etmemek, hususan bu zamanda
ziyade lüzumu var. Hem de Türkiye ile ittifak etmeyen İslâmî hükûmetlerde o mübarek daireye
karşı sû’-i tevehhüm gelmemesine büyük bir vesilesi olan ve âlem-i İslâmın her tarafında
belki Avrupa’da takdire mazhar olmuş Risale-i Nur, o Diyanet dairesini hem şerefini muhafaza
ediyor, hem âlem-i İslâm’a karşı o dairenin bir eseri olarak intişarı gayet lâzım ve zarurî
olduğunu, bu noktayı ehl-i vukuf tam nazara alsınlar.
Emirdağ Lahikası-2 ( 181 – 182 )
Çünki şimdi tahribat manevî olduğu için ona mukabil tamirci manevî bir atom bombası
lâzımdır. İşte bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak
tamirci manevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin
mebde’ ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli
dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir. O manevî tahribata
karşı Risale-i Nur tamirci ve manevî bir atom bombası olmuş.
Emirdağ Lahikası-2 ( 186 )
bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Risale-i Nur’un
mesleğindeki a’zamî ihlas için bu hastalık verilmiş. Çünki bu zamanda, şan şeref perdesi
altında riyakârlık yer aldığından a’zamî ihlas ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır.
Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına
gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur’daki a’zamî ihlas ile bütün
bütün terk-i enaniyet için buna bir manevî sebeb hissediyorum. Kendini Risale-i Nur’a
vakfetmiş olan yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu manayı
lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler.
Emirdağ Lahikası-2 ( 201 )
Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı
Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket
edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.
Emirdağ Lahikası-2 ( 242 )
Hükm-ü Kur’ana göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin îcabatından olarak hacat-ı zaruriye
dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla hacat-ı gayr-ı zaruriye, hacat-ı
zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, zaruret var diye ve zaruret zannıyla
dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.
Emirdağ Lahikası-2 ( 242 )
bu zamanda, bu dünyada bu manevî cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çaresi
var: O da Kur’an-ı Hakîm’dir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mu’cize-i maneviyesi olan
Risale-i Nur eczalarıdır.
Emirdağ Lahikası-2 ( 244 )
Bu zamanda maddeten terakkiye mütevakkıf olan i’la-yı kelimetullah; İslâmiyetin emriyle ve
zamanın ilcaatıyla ve fakr-ı şedidin icbarı ile ve her arzuyu öldüren ye’sin ölmesiyle hayat
bulan ümid ile mücehhez olan arzu-yu medeniyet ve meyl-i teceddüddür. Ve bu kuvvetlere
yardım etmek için ecanib içine ihtilâl veren ve medeniyetleri ihtiyarlandıran mesavi-i
medeniyetin mehasinine galebesidir. Ve sa’yin sefahete adem-i kifayetidir.
Muhakemat ( 43 )
Bu zamanda sıdk ve kizbin mabeynleri ancak bir parmak kadar vardır. Bir çarşıda ikisi de
satılır. Fakat herbir zamanın bir hükmü var. Hiçbir zamanda asr-ı saadet gibi sıdk ve kizbin
ortasındaki mesafe açılmamıştır.
Muhakemat ( 146 )
i’lâ-i Kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir.
Divan-ı Harb-i Örfi ( 21 )