logo

akıl fikir dimağ zihin düşünce hikmet kariha zeka deha

akıl fikir dimağ zihin düşünce hikmet kariha zeka deha

Evet reisleriniz malınızı ceplerine indirip hapsettikleri gibi, akıllarınızı da sizden almışlar veya dimağınızda hapsetmişler. Öyle ise, şimdi onların yanındaki akıllarınızla konuşacağım:

Tarihçe-i Hayat – 87

ruhu cesede hapsetmek gibi, akıl cevherini de beşeriyetin dimağına hapsetmek gibi bir mana anladım

 Beşinci Bela:

Ehl-i tefrit ve ifrat olan bîçarelerin ellerini tutarak zulümata atan birisi de; her mecazın her yerinde taharri-i hakikat etmektir. Evet mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşv ü nema bularak sünbüllensin. Veyahut hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır. Elde ve ayakta aramak abestir…

Muhakemat – 77

şişenin içinde ışığı fitili bulunduğu parladığı gibi, dimağda da yani dimağ şişesinde yani dimağ muhafazasında da akıl bulunuyor akıl parlıyor, dimağ akıl için var …

   Tenbih:

Ey birader! Bu makaledeki kavanin-i latife şu perişan esalîbden teberri ve nefret etmesi seni tağlit etmesin. Meselâ: Eğer bu kanunlar iyi olsaydılar, onları vaz’ edene iyi bir ders-i belâgatı verecekler idi. Hem de güzel bir üslûbu giyecekler idi. Halbuki onları vaz’ eden ise ümmidir. Üslûbları dahi perişandır, gibi bir vehme zâhib olma. Yahu! Bu vehme ehemmiyet verme. Zira bir fende herbir ilim sahibi onda san’atkâr olmak lâzım gelmez. Hem de ile’l-merkeziye olan kuvve-i cazibe, an-il merkeziye olan kuvve-i dafiaya galibdir. Çünki kulağın dimağa karabeti ve akıl ile sıla-i rahmi vardır. Halbuki maden-i kelâm olan kalb ise, lisandan uzak ve ecnebidir. Ve hem de çok defa lisan, kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lâsiyyema kalb bazan mes’elenin derin yerlerinden -kuyu dibinde gibi- bir tıntın eder ise lisan işitemez, nasıl tercümanlık edecektir?..

Elhasıl:

Fehim ifhamdan daha esheldir vesselâm!..

Muhakemat – 112

kalb sıfata bakıyor, lisan esmaya. maden-i kalbden gelen kelam lisan ile gavl oluyor. kalb mana ciheti lisan mananın libası olduğu gibi, dimağ da aklın libası gibi …

   Hane sahibi dedi: “Ben elli yaşına girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm.”

Misafir taaccüb etti, dedi ki: “Memleketimizde her gün elli adamı hırsızlık ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar tesiri olmuyor.”

Hane sahibi dedi: “Siz büyük bir hakikattan ve acib ve kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz, terketmişsiniz. Onun için adaletin hakikatını kaybetmişsiniz. Maslahat-ı beşeriye yerine adalet perdesi altında garazlar, zalimane ve tarafgirane cereyanlar müdahale eder, hükümlerin tesirini kırar. O hakikatın sırrı budur: Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada, hadd-i şer’înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlahîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmanın hassası ile, kalbin kulağı ile, kelâm-ı ezelîden gelen ve “hırsız elinin i’damına” hükmeden

ﺍَﻟﺴَّﺎﺭِﻕُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﺎﺭِﻗَﺔُ ﻓَﺎﻗْﻄَﻌُﻮﺍ

ﺍَﻳْﺪِﻳَﻬُﻤَﺎ

âyetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana, hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruh’un etrafında, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelanına hücum gibi bir halet-i ruhiye hasıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanır, çekilir. Git gide o meyelan bütün bütün kesilir. Çünki yalnız vehim ve fikir değil, belki manevî kuvveleri -akıl, kalb ve vicdan- birden o hisse, o hevese hücum eder. Hadd-i şer’îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçı o hissin karşısına çıkar, susturur.

vehim dimağa baktığından fikir dahi dimağa bakıyor anlamı çıkıyor.

kuvve cevhere işaret ediyor, kuvvet ise kuvvelerin vücudu hariciye çıkması : kuvve-i imaniye ve kuvvet-i imaniye …

   Evet iman kalbde, kafada daimî bir manevî yasakçı bıraktığından fena meyelanlar histen, nefisten çıktıkça “yasaktır” der, tardeder kaçırır.

Evet insanın fiilleri kalbin, hissin temayülatından çıkar. O temayülat, ruhun ihtisasâtından ve ihtiyacâtından gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayır ise yapar, şer ise kendini çekmeğe çalışır. Daha kör hisler onu yanlış yola sevkedip mağlub etmez.

eylemin çıkışı yani ruhun harekete gelmesi nur-u iman ile oluyor. nur-u iman ise dimağa bakıyor. cevher ve beşeriyetin birlikte çalışması …

   Elhasıl:

Had ve ceza, emr-i İlahî ve adalet-i Rabbâniye namına icra edildiği vakit; hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. İşte bu mâna içindir ki, elli senede bir ceza, sizin hergün müteaddid hapsinizden ziyade bize faide veriyor. Sizin adalet namı altındaki cezalarınız, yalnız vehminizi müteessir eder. Çünki biriniz hırsızlığa niyet ettiği vakit millet, vatan maslahatı, menfaatı hesabına cezaya çarpılmak vehmi gelir. Yahut insanlar eğer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eğer aleyhinde tebeyyün etse; hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatırına geliyor. O vakit yalnız kuvve-i vehmiyesi cüz’î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve histen çıkan -hususan ihtiyacı da varsa kuvvetli bir meyelan galebe eder. Daha o fenalıktan vazgeçmek için o cezanız fayda vermiyor. Hem de emr-i İlahî ile olmadığından o cezalar da adalet değil; abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur, bozulur. Demek hakikî adalet ve tesirli ceza odur ki: Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa tesiri yüzden bire iner.

İşte bu cüz’î sirkat mes’elesine sair küllî ve şümullü ahkâm-ı İlahiye kıyas edilsin, tâ anlaşılsın ki: Saadet-i beşeriye, dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise, doğrudan doğruya Kur’ânın gösterdiği yol ile olabilir… (Hikâyenin hülâsası bitti.)

 

Asar-ı Bediiyye – 400

 

hakaik-i mahza ve mücerredat-ı sırfeden olan maneviyatta, maddiyyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdeta latife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir. Evet herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez…

~RN-Muhâkemat/18~

fikir yoluyla sıfât ve esma-i İlahiyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür.

~RN-Emirdağ Lâhikası 1/146~

Fikir yolu dimağ, işleyen ise akıl.  Yani akıl dimağın arka planında çalışıyor. Daha da doğrusu aklın işleyişi ile dimağda fikir yolu açılıyor. Yani akıl elektrik ise dimağ cihazdır. Akıl motor ise dimağ arabadır. Akıl barajın elektrik üreten ana santrali ise dimağ dağıtıcı gibidir. Akıl bir pınar ise dimağ pınardan akan suyu mecralandiran ark gibidir, fikir yolu da budur.

dimağ odunun kendisi, akıl odunu yakan ateş,  fikir ise çıkan nurdur.

fikir yolunun (su arkı) zemini toprak, üstünden geçen su, ona gelen hava ve görünen nurdan beslenip inşaa oluyor.

fikir yolun haddinden fazla su alsa taşar, dimağ bir baraj gibi, eğer doğru yönetmezsen baraj taşar, fikir boğulur.

dimağ : fotoğraf makinesine gelen ışığın diyafram, enstantane, iso ile içeriye alınması gibi, akıl ziyasından gelen ışığı içeriye alma şeklidir dimağ.

Sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden o yolcu, acaba âlem-i gayb ne diyor diye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yani, madem bu cismanî âlem-i şehadette, bu kadar zînetli ve san’atlı hadsiz masnu’larıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mu’cizeli ve meharetli hesabsız eserleriyle gizli kemalâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zahir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. Elbette ve her halde, fiilen ve halen olduğu gibi, kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyle ise, âlem-i gayb cihetinde onu onun tezahüratından bilmeliyiz dedi; kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki:

~RN-Âyet-ül Kübra/57~

Akıl kalbin bir gözü,  dimağ da aklın bir gözü, fikirler ise dimağın nokta-i nazarlarini oluşturuyor.

   Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse; hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor.

Sözler – 145

Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor.

Sözler – 145

 

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir