- kendini izleyemeyen başkasını nasıl izleyecek.
- maziyi unutmaya çalışma. o zemine birşeyler koy. yıkılmış bir enkaz olan mazinin enkazını temizleyip üzerine yeni, sağlam bir bina yap. unutmaya çalışmak onu daha çok hatırlatıyor.
- Güzel olacak deme, “güzel oluyor” de. çünkü gerçekten öyle …
- niyet hayattır, niyetin yoksa adem alemleri hesabına çalışırsın.
- niyetinle herşeyi hayatlandır, meyvelendir.
- bir yere giderken, birşeyi yaparken niyetinde hep güzel şeyler olursa şer gelip seni bulamaz.
- niyetin halis olursa, yol da halis olur, yolculuk da.
- hiçkimse ve hiçbirşeyin sana sahip olmasını istemiyorsan sen de hiçbirşeyi temellük etme ki memlük olmayasın.
- hiçbir kayıt altına girmiyorsan öncelikle kendi kayıtlarını kaldırmalısın.
- sana verileni ver, hiçbirşeyi sahiplenme ancak emaneti muhafaza et.
- aynı ağırlıktaki iki araba ; ama motoru güçlü olan araba için ağırlık yoktur. motoru zayıf arabanın ağırlığı çoktur. ruh da motor gibi : ne kadar güçlü olursa cesed ve hadiseler o kadar hafif gelir.
- hergün bedeninin ihtiyaçlarını karşıladığın gibi, kulağımın, gözümün, aklımın, hayalimin, ruhumun, letaifimin ihtiyaçlarını karşılamak hem dengeli yapacak hem huzur verecek.
dimağ yönetimi
- koca aklını dimağının tevehhüm gibi karanlıklı ufunetli kesafetli hücresine kapatmanın sancısını çekiyorsun.
- akıl bir yüksek gerilimdir. onu doğru yere kanalize etmezsen, dokunduğun şeyi yakarsın, kömür edersin.
- senin akıl elektriğin koca şehri ışıklandıracak voltaja sahip iken sen bir tek haneye enerjini sarfettiğin için o haneyi de patlatarak ışıksız, karanlıkta kalıyorsun.
- nefis muhasebesini asla ihmal etme. bunu yazarak yapmanın faydaları görülüyor.
- plancılık safsatalarından kurtulmalısın.
- insanların güzel taraflarını hep zihninde canlı tut, ta ki evhamlar canlanmasın.
- dimağındaki tevehhüm yolunu iyi inşa et. nizama tabi tut. o zaman buharat-ı muzahrefeden, çer çöpten müşevveşiyetten kurtulursun.
- dimağın bir fikir yoludur. her giren bu yoldan geçerek boyalanıyor. öyleyse bu yolu temiz ve düzenli tutmalısın. temiz hakikatler ve ali fikirler pis yolu kullanmazlar.
- yazmasan da hergün kalemi eline almalısın. belki sana diyecekleri vardır. hep sen mi konuşacaksın. biraz da kalemin konuşsun.
- sakın dimağ değirmenini boş bırakma ve asla kalem kağıdı yanından eksik etme.
- trilyonluk makinenden kuruşluk ürünler üretmesi çok acı değil mi?
- aklın bu kadar mı değersiz ki bütün malayaniyatı doldurmuşsun.
- plan yapma, anı değerlendir.
- kayıtlarını sıfırla. ta ki evhamlar kurtulasın, doğru düşünesin, su-i zandan kurtulasın ve öfkeni yenesin.
- başkalarının kötü (zannettiğin) hallerini kaydetme ki o kişiye karşı hüsn-ü zannın yıkılmasın, hem de ne kazanacaksın sanki … tevehhümün yeterince güçlendi.
- düşüncelerini fiiller ile meleke haline getirmedikçe ilimden istifade ve istifaza edemeyeceğin gibi çok da zarar göreceksin.
- yaptığın tespitler seni bir yere taşımıyorsa ne işe yarar ?
- dimağını deneme tahtasına çevirme.
- neyin en mükemmel olduğunu sen bilemezsin. Allaha bırak. kendini küçük fikrine hapsetme ey zavallı!
- fikirlerin senin hapsindir. başka fikirlere de yol açıp birleştirirsen yolunu genişletir, çapını büyütürsun. başkalarının fikirlerine yollar yap. (devamı : 44, 45, 48, 60, 61 )
—————
- en büyük engelleri kafandaki şartlanmalar örüyor. zihnimin çalışma şekli sisteme ihtiyaç duyduğundan en basit birşeyi bile sistem dahilinde yapmak fikri çok şartlanmaları ve gecikmeleri beraberinde getiriyor.
- ileriye dönük kişisel gelişim mülahazalarında birşeyler elde etmek değil, birşeyler terketmek olmalı. yani hedefinde her zaman terkler olmalı.
- paylaşma isteğinin altında enaniyet olmadığından emin misin ?
- VE YİNE YİNE YİNE, YOLUN BAŞINA VARAMADIN. DAHA YOLUN BAŞINDA BİLE DEĞİLSİN.
- artık şunu yapmalısın : çünkü yeterince anladın ve bildin, şimdi yap : SAKIN tereddüd etme, EN MÜKEMMELİ DEĞİL, EN KOLAY OLANI TERCİH ET. yeterince oyalanmadın mı ? hem huzurdan mahrum oldun ?
- yapacağın en büyük hata : Allahın rahmetinden gaflet ile O’nun rahmetini ittiham etmektir. Sakın nankörlük etme.
- bu hizmeti bize cennet yapacak olan İHLAS DÜSTURLARIdır. her kardeş fenafil ihvan ve hillet ile birer cennet olarak sana milyonlar cenneti kazandıracağını görmezlikten gelme.
- imkanlar : imkansızlıktan daha ziyade öfke unsuru. olmayan birşey için sıkılmazsın. çünkü olmayan birşey için beklentilerin de yoktur. ancak olan şeyler ve imkanlar, beklentilerin nisbetinde sıkıntı ve öfkeni artırıyor ; hem de tersi olması gerekirken. bu bana ihtar ediyor ki : nimetlere çabuk ülfet edip şükretmiyorsun. bunun cezası olarak kıymet bilmeyerek aksiyle tokat yiyorsun. insanlar için de bu böyledir. dostlarının kıymetini bil. yapmadıklarına değil, yaptıklarına odaklan.
- dersten hissi istifadem olduğu zaman dersten ne anladın sorusu : Kaç metre su içtin sorusu gibi oluyor? his, akıl cinsinden midir ki ne anladın diye soruyorsun? ne hissettin desen, his kelam değil ki beyan edebileyim.
- insanın ne kaybettiğini bilmemesi ne acayip birşey. kendi cennetinin (?) sınırlarını çiziyorsun. Ya Rabbi ben bilmiyorum, sen biliyorsun ne kaybettiğimi ; ve ancak Sen bilirsin Rabbim. Beni mahrumlardan etme Ya Rabbi. beni kaybettiklerimden mahrum etme Ya Rabbi. Sana iltica ve tevekkül ediyorum. Bizi mahrumlardan etme Biz bilemeyiz Rabbim sen bilirsin ancak.
- Allah’ın istediği kadarı olur ve muvaffakiyet Allahtandır. ve senin asıl işin üzerine düşeni yapmaktır. Hizmette uluvv-u himmet adı altında kendimizin dengesini bozacak ve bazı tavizler verecek kadar koşturmak, vazife-i ilahiyeye karışacak derecede olmak himzet değildir. O ne kadar isterse ancak o kadar olur. sen sadece vazifeni elinden geldiği mikdarca yap. Asıl hizmetin sahibi Allahtır. Sen O’nun hadimisin haddini aşma. Çünkü bir memur haddini aşsa vazifesinden taşsa yönetime karşı gelmiş gibi olur. Öğretmen Müdür’ün vazifesini alması gibi …
- gelen kutun dolu : mailin veya mesaj kutunun belli kapasitesi var. sınırsız değil. sürekli mesajlar alıyor. geçmişten, gelecekten, bildiklerinden, okuduklarından, gördüklerinden, duyduklarından, mekandan, zamandan vs. O kadar malayani ve muzır mesajlar ile işgal altındaki dimağ ve kalbin gelen kutusu hakikat ilanlarının kaydedilmesi ve gelmesi için bir zemin oluşturman gerekiyor, o da yine, yine ve yine terkler ve terkler …
- kayıtların seni kayıtlıyor, zanlarım bana hapis olmuş.
- hem gelene hem gelmişe ve geleceğe gidici, gidiyor ve gidecek nazarıyla bakarsan kalbinin yükünü hafifletirsin. zira kalp faniye sığamayacak kadar geniş.
- halletmem gereken en mühim iki mesele : şefkat ve cömertlik. bu ikisi bir merkez gibi, inkişaf ettikçe güzel hasletlerim inkişaf ediyor adeta.
- yüksekte durmanın baş döndürmesi, yüksek bir yerden boşluğa kolunu uzattığında elindekinin düşeceği korkusu ya da bir karış yükseklikteki basamak ile duvardan yürümenin farkı : hepsi evhamların çekim kuvvetini gösteriyor. demek evhamlar boşlukların ürünüdür. yerin sağlam değilse ve ayakların yere uzaksa evhamın bol demektir. demek evhamın çekim kuvvetini kırmak istiyorsan bulunduğun konumu sağlamlaştırıp dayanak noktalarını kuvvetlendirmek. dimağında ve hayatında boşluğa yer vermeyeceksin.
- birşeye isim vermek, verebilmek, yani onu ifade edebilmek. o şeyin keşfini kolaylaştırır sonra da seni o ifadeye kayıtlar.
- kendine vücud rengi vermek : eylemlerine, (?) yaptıklarına, (?) gördüklerine, (?) işittiklerine, (?) anladıklarına, (?) bildiklerine, (?) öğrendiklerine, (?) sahip olduklarına, (?) vücud rengi vermektir. çünkü sen yapmadın, sen bilmedin, sen görmedin, sen anlamadın, sen işitmedin ve sen öğrenmedin. amelini temellük etme.
- kusur : kusuru görenindir. çünkü onlar hepsi, herşey, her zaman senin kusurun.
- insan münasebetlerinde iki yönden sıkıntı çekiyorsun :
- (aşağı yön) herkese kendi pencerenden baktığından ve kendi ölçülerini alet ve miheng yaptığından, kendi kusurunu karşıda görüp onu kendi seviyene çekmeye çalışıyorsun.
- (yukarı yön) yine aynı nedenden kendini ve başkalarını kusursuz olma tevehhümü ile çok ezilmekten kaynaklanan sıkıntı çekiyorsun.
- bardağı kirleten senin ellerin. sen kirlerden kurtulmak için bardağı değiştiriyorsun ellerini yıkaman gerekirken : işini değiştiriyorsun, arkadaşını değiştiriyorsun, kendini değiştirmen gerekirken.
- hayatta ani fren yapmayacaksın ki sarsılmayasın : dinlenmelerin ve tatilin mutedil olmalı.
- nerede ve kimlerle olduğun kim olduğundur : öyleyse etrafındaki insanlar sana senden haber veriyor. istemediğin insan, istemediğin huyunu sana söylüyor. o huyunu terkettiğinde o istemediğinden kurtulacaksın.
- imtihanının kolaylaşmasını istiyorsan başkasının imtihanını kolaylaştır. hasan abi
- ilmi çalışma yaparken istifade ettiğin kaynaktan safiyane, yani elması kirletmeden ve doğru şekilde almak istiyorsan, o kısa ve kirlenmiş aklının dar kalıplarını işin içine katma.
- birşeylerin aleminde yerleşmesi için bir temelin olması elzemdir ve güzeldir. fakat bu temelin üstünün boş kalması ve üzerine bir bina inşa etmemen çok soğuk ve nakıs oluyor.
- sen akıntıya tabi ol. o seni doğru yere götürecektir. neden akıntıya karşı duruyorsun ki.
- akışına bırak, sakın kendini şartlayıp ilhamların önüne engel koyma.
- şeytan sana şantaj yapıyor : günahlar dilimizi, elimizi, kolumuzu bağlıyor. hayır işleyeceğin zaman ve hayra gittiğin zaman hemen günah kasetlerini öne sürüp “sen bunu yapamazsın ve buna layık değilsin, sen burada bulunamazsın” gibi şantajlarla seni susturuyor, döndürüyor, kandırıyor.
- 30 km hızla giden bir arabanın tekerine takılan taş ona çok zarar vermez iken 120km hızla giden bir araba aynı taştan dolayı takla atabilir. eğer hızlı gidiyorsan ve zeminin sağlam değilse o basit gibi görünen evham ve vesvese taşlarına takılmanın faturası çok ağır olabilir.
- taşıyabileceğin kadar sahiplen ; ayrılığına dayanabileceğin kadar, günahını çekebileceğin kadar, hesabını verebileceğin kadar, dengeleyebileceğin kadar …
- yaraya merhem verdiğinde muvakkaten acıttığı gibi manevi ilaçlarda da bazen aynı haleti yaşayabiliyorsun. bu cihette telaş etmek manasız olduğu gibi, merhemin etkisini gösterdiğini de işaret eder.
- sen bedeninin, aklının, kalbinin dümenini daima elinde tutmaya çalışmalısın. Aksi takdirde bıraktığın dümenin kontrolünü, terkettiğin şöfor koltuğunun yerini başkaları kapacaktır.
- bir keşiften önce o şeyin haleti geliyor. ne garip … manadan önce halet geliyor. sonra geliyor mana o haleteanlam kazandırıyor.
- sıkıntılarını nasıl tanımlıyorsun : merdiven mi, pencere mi, gözlük mü, dürbün mü, derman mı, kurtuluş mu, çare mi, yol mu, şifa mı, hürriyet mi, bir çıkış mı, heyecan mı, şevk mi, yanlıştan dönmek mi, kendini keşfetmek mi, doğruyu aramak mı, yoksa sıkıntı mı ? o kadar seçenekten “sıkıntı” yı işaretlemek de bir nasipsizlik.
- müzahamet : sistem elemanlarının doğru, gerektiği gibi, kararında ve hakkıyla çalışmamasından ortaya çıkıyor. mesela ekmeği çiğnemeden yutmak mideye müzahamettir. sistemsizlik başlı başına bir müzahamedir. çarklardan herhangi birinin çalışmaması bir başka çarka değil, bütün çarka müzahamettir. dersanede herhangi birinin vazifesini yerine getirmemesinden herkese müzahamet olur.
- kader, yoldan çıktığın zaman yada yanlış yola girdiğin zaman müsibet levhalarıyla sana yol gösteriyor. eğer levhaya uymazsan o barikatlı sana kapalı olan yola tosluyorsun, buna da müsibet diyorsun. yani kader, gitmen gereken yoldur. müsibetler seni daima bu yolda tutmak ve yoldan çıkmaman içindir.
- kitaba ve ilme ülfetten muhafazaya dikkat ettiğimiz kadar dersaneye ve cemaata da ülfetten muhafazaya dikkat etmeliyiz.
- bir saat içinde güneş biiznillah onlarca kez açtı-kapandı, açtı-kapandı. bulut arkasına saklandı-çıktı, saklandı-çıktı. sürekli ışığın şiddeti değişti. insanın haletleri de böyle. o güneşin haleti keyif verdiği gibi benim dalgalı hissiyatım ve haletleri de böyle keyifli.
- rahmette iken rahmetten mahrum kalma. ışık her tarafta ama senin perdelerin var. yahut gözünü kapamışsın.
- meşrebimizin dört vechi var : evveli Risale-i Nur ahiri Hizmet zahiri Tevhid batını Psikoloji.
- çok tecrübe etmişim. hayatımdaki büyüğünden küçüğüne her kaldırdığım şartlanmalar beni güzel yerlere taşıdı. hayatını şartlara bağlama. en ufak şartlanmalarını bile kaldırmalısın.
- eylemler düşüncelere, düşünceler de eylemlere sirayet edebildiği için ikisi de birbirine sebep ve sonuç olabiliyor. bu kaide, hem eylemlerini hem düşüncelerini kontrol altında tutmayı, müteyakkız olmayı gerektiriyor.
- bedenden atılan hava : evham, malayaniyat, kesret.
- Allahım rahmeti herşeyi kuşattığı gibi ilmi de herşeyi kuşatmıştır ve diğer sıfat ve esmaları da öyle. ancak insan rahmetten mahrum kalabildiği gibi ilimden esmadan da mahrum kalıyor. bu nasıl oluyor?
- yalnız başına olduğunu farzet. tek muhatabın kimdir : Allah. işte öyle yaşa. şikayetlerin de şükrün de sadece O’nadır.
- bir harita çizmek : o haritayı oluşturan bütün yollardan geçerek nihayet yüksek zirveye ulaşıp haritanın tamamını görmekle olabiliyor. henüz yolda ve yolculukta iken işaretler ve mihenkler bırakmak, hatt-ı münasebetleri belirlemek, seni misafir eden meselelerin yönlendirmelerine kulak vermek ve yolculuk kural ve levazımatına uymak icab ediyor. bu zevkli, yorucu, meraklı, hayretli yolculuk keşf ve feth ; inkişaf ve inbisat ile tamama erebilir. acelecilik, müşevveşiyet, kuvveten düşmek ile yoldan sapabilir ve geri dönüş olabileceğinden, duraklarda durarak, menzillerde soluklanarak, kervanlarda misafir olarak yolculuğu selametle tamamlamak gerek.
- elbise değiştirmek ferahlık verir, kabuk değiştirmek yenilenmektir : sen de dimağının, kalbinin ve ruhunun kirlenmiş ve eskimiş sıkıcı elbiselerini zaman zaman değiştirmen gerekiyor.
- içindeki yaşlıyı dinleme. kendi haline bırak …
- bazen kabiliyetler insanın imtihanı olurken, kabiliyetsizlik nimeti oluyor gibi. çünkü kabiliyetli adamın kaibliyetine güvenmesi ve O’nu Allaha satmaması cihetiyle cüz’i ihtiyarını teslim etmeyerek, aczini fakrını anlamayarak gurur, kibir, mevhum rububiyet kapılarını açıyor ; buradan ciddi mücadele ve imtihan başlıyor. böylelerin imtihanı daha zordur diye tahmin ediyorum çünkü enaniyetini eritmesi, manevi nefs-i emmaresini kırması zor gözüküyor. oysa kabiliyetsiz insan kendi kabiliyetine güvenmemek cihetiyle, daha doğrusu güveneceği birşeyi olmadığı cihetiyle acz ve fakrına binaen şefkati celbetmesi ve enaniyetine kuvvet vermemesinden dolayı daha rahat. belki bu sebeplerden olsa gerek, kabiliyetli akıllı insanların dersanede kalması daha zor oluyor. herşeyi sorgulamak, tenkid etmek ve ilmine güvenmekten dolayı teslimiyet, enaniyetten muhafaza ve tesanüd düsturlarını deliyor.
kabiliyetli şükrünü eda ve kabiliyetini feda ve teslim ile enaniyetini eritmeksizin Risale-i Nur şahs-ı manevisinde imtizacı zor gözüküyor. nasıl ki iki kişinin iki farklı arabası bulunsa, birisinin iyi birinin nakıs. onlara denilse arabalarınızı teslim edin daha iyi bir araba bulacaksınız. elbette en zor teslim eden iyi araba sahibi olacaktır.
öyle görüyorum ki bu hizmette Cenab-ı Hak istediğini istihdam ediyor. bu iş kabiliyete bakmıyor. kabiliyetli insanların teslimiyeti daha az ve enaniyeti daha kuvvetli olarak görüyorum. o kabiliyetsiz gibi görünenlerin ise samimiyet ve teslimiyetleri medar-ı takdir ve şayan-ı tebriktir ki o kabiliyetli insanların yapamadıklarını yapıyorlar, onların feda edemediklerini feda ediyorlar.
hem görüyorum ki aynen tilki ve balık örneği gibi : akıllı insanlar geçimlerini zor temin ederken diğerleri daha ziyade Cenab-ı Hak onlara rızık ve rahatlık vermiş. insan ne kadar iktidarını devreye soksa o kadar acizleşiyor ve ne kadar aczini devreye soksa o kadar şefkati celbederek kudret-i ilahiyeye istinad edebiliyor.
- insanlar mı soruMlu sen mi soruNlu : kimseyi güya yapmadıkları vazifelerindn dolayı sorumlu tutma. adı üstünde “sorumlu tutmak” otorite ve hüküm veren makamda olmayı iktiza ediyor. sen kendini nasıl biryere koyuyorsun ki istediğine istediğin vazifeyi yükleyip onları sorumlu görüyor ve üstelik güya ceza veriyorsun. bunun ucu yine her problemin kaynağı olan “rububiyet” meselesine dayanıyor. Haşa sen insanlara “Rab” mısın ki “onu yapmadı” “bunu yapmadı” “bu vazifesini yerine getirmedi” “bana bunu etti, şunu yaptı.” “bunu yapmıyorlar, etmiyorlar” gibi sözlerle güya bir “Rablik” tevehhümü ettiğinin farkında mısın?
bunların dolayısıyla vazife-i ilahiyeye karıştığını ve kaderi tenkid ettiğini ve rububiyet-i ilahiyeyi sorguladığını ve haşa mevhum bir rububiyet takındığını görebiliyor musun ?
hem sen bununla kendini ve başkalarını esaret altını alıyor, herkese o parmaklıklar ardından bakıyorsun. parmaklıklar ardından ve zindandan dışarıya ya da güzel şeylere bakan bir insanın psikolojisi nasıl olur bir düşünsene.
sen şartlanmaların ile, kendi kuralların ile, kendi tecrübelerin ile, kendi sıkıntıların ile, ve kendi dar bakışınla ve kendi despotluğunla kendine yaptığın ve kendinin içerisine girdiğin hapishaneden dışarıya bakıyorsun.
elbette böyle bir halette en sevdiğin insanlar ve en çok hoşuna giden güzel manzaralar dahi senin esaretinin nazarıyla ve sebebiyle senin sevgin sakil kalacağı gibi düşmanlığa da dönüşme ihtimali var.
işte güzel dostum, bunca zaman kendini kendine mahkum ettin. kendi kendine istibdad uyguladın. kendine işkence ettin. esaret altında kalmayı sen istedin. hatta kendi zindanını kendin inşa ettin. sonra içine girip güzel dünyaya baktın. sonra da dedin ki herşey güzel olmasına rağmen ben neden sıkıntı çekiyorum. neden elim kolum bağlı gibi. neden insanlara ve güzelliklere karşı bir soğukluk hissediyorum. soğuk demirler ve soğuk duvarlar ardından dünyaya ve insanlara bakmayı bırak.
kendini ve herkesi özgür bırak. sen özgürleşirsen bütün dünya sana özgürleşir. başta başkalarını sonra kendini hiçbir sorumluluğun içerisine hapsetme. insanlara dünyayı dar etme. kendine dünyayı zorlaştırma.
insanların ve kendinin imtihanını zorlaştırma. kurallarından ve kalıplarından örülü duvarlarını kır parçala. hilm ve rıfk elbesilerini giyin. hürriyet-i şer’iye rayihalarını sürün, zindanından ve zulümatından kurtul. o zaman anlarsın parmaklıklar ardındaki dünya ile özgür dünya arasındaki farkı. o zaman bilirsin hastalandırıcı soğuğun ve kemirici karanlığın ve boğucu duvarların ve köşelerinden müteşekkil bir küçük dünyanı, nasıl ferah ve güzel bir dünyanın ortasına kurduğunu. işte rahmet içinde rahmetten kendini nasıl mahrum bıraktığını anla.
öyle harika bir rahmet ve cemalin ortasında sen kendine zindan inşa ettin. buraya mı bunu yakıştırdın yoksa kendine mi ? artık nerede olduğunu anladın mı ? ve buraya bu zindanın yakışmadığını ve artık zindanı içerinden yıkıp çıkman gerektiğini artık anlamadın mı ?
- evet insan aslında kendinden zevk alıyor, kendiyle mutlu oluyor, kendine ünsiyet ediyor, hariç ancak kendindekini aktif ediyor. ve insan kendi vatanını, şehrini, semtini, mahallesini, kendi sokağını, kendi evini hanesini ve hatta kendi odasını ve de kendi bedenini kendi hayatını kendisinde olanı seviyor. sonra kendi milletini, hemşerilerini, köylüsünü, komşusunu, ailemi, eşimi ve yine kendimi seviyor.
bu kadar kendine düşkün olan insan, “başkaları için birşey yaptım” derken ne kadar samimidir, ne kadar doğru ve ihlaslıdır ve ne kadar hakikattir, ne kadar nefsten ve enaniyetten halidir ve ne kadar kendinden bağımsızdır. aslında “başkaları” için birşey yapmakda “kendin için” değil mi ? kendindekileri uyandırmak işletmek için değil midir ? neden kendini “onun için, onlar için bunu yaptım, şunu ettim” diyerek kandırıyorsun. hayır, hayır kimse için birşey yapmadın, yapmıyorsun ve yapmazsın ; öyleyse “birileri için birşey yaptım” diyerek kimseden beklentiye girme. çünkü sen birileri için birşey yaparken peşinen ücretini almış oluyorsun, daha beklentiye girmek nedir ?
birisi için birşey yaparken bile kendindeki “fedakarlık, sevgi, hürmet, yardım” hislerini uyandırarak kendinden zevk alıyorsun. bu şekilde insan hep ücretini peşin alarak ne yaparsa kendisi için yapıyor.
hem başka insanlarla dengesiz ilişkilerin bir nedeni de budur ? kimi fıtratlar öğrenerek, yaşayarak, tecrübe ederek, gezerek farklı farklı şekillerde kendilerini keşfe çıkarken kimilerinin keşfide başka insanlarla olan ilişkisine bağlıdır. yani başkalarına kendine ayna yapar, onda kendini seyretmeye çalışır. bu nedenle ayna kıymetli olduğundan ona çok hassasiyet gösterir. ancak aynada (yani kendisinde) çirkinlik gören insan suçu kendine vermeyip aynıyı suçlamak hamakatine girer, kavga bu noktadan başlar ilişkilerde, zavallı insan, karşısındaki insana iyilikler ve fedakarlıklar yaptığını zanneder, oysa herşeyi kendisi için yapıyor. kendisini güzel görmek için. fussilet.46 “İyi iş yapan kendine, kötü yapan yine kendinedir, yoksa rabbın kullara zulümkâr değildir” madem öyledir sonra beklentiler ve şikayetler neden ? kendinden beklentilerin olabilir mi ? kendi yapamadıkların ? kendinden şikayetlerin ? herşey kendimiz için iken neden bu kadar kendimize yabancı düşeriz. kendimizi görmek istemeyiz, oysa herşeyi kendimizi daha iyi görmek için yapıyorken. insan “zalumen cehule” kusurunu üzerine alacak değil ya …
- geçmişim, hatırlarım zaman zaman bana misafir oluyorlar, uğrayıp gidiyorlar. sadece hoşuma gidenleri misafir ediyorum. sevdiklerimi iyi ağırlıyorum, bazzan da ben onlara misafir oluyorum.
- birşeyi bulmak için malzemelerini artırmak değil, azaltacaksın. kesrette ve karanlıkta ; öyle bir müşevveşiyet içinde nasıl bulacaksın. artırmak değil azaltacaksın.
şuur
- “şuur”um nisbetinde hayatımın anlamlandığını, güzelleştiğini ve enerji kazandığımı görüyorum.
- hayatı hayat yapan şuur olmasından şuursuz herşey ölüdür. şuuru olmayan insan ölü gibidir. şuur içeri giren herşeyi hayatlandıran süzgeç. belki de izn-i ilahi ile hayatlandıran bir süzgeç.
- şuur ve his, hayattan süzülmüştür. demek asıl hayattar olan şuurlu yaptıklarımızdır, şuurlu baktıklarımızdır. demek şuursuz olanlar hayattan kısmen mahrumdur.
- ilme şuurun olmalı. ilim sana malumat değil şuur kazandırmalı. şuuruna mal olursa ilim canlanmış demektir.
——-
- insanlarla sohbetinde onlara ne yapacaklarını değil, ne yaptıklarını sor. ve onlarla kendileri gibi muhatap ol, çok yakınından birisiymiş gibi. harici biri olma ki yabancı düşmeyesin.
- birine verebileceğin en güzel, en sıcak, en tatlı ve en ucuz ve en kolay hediye “bir nefes bahşetmek” iken sen olmayacak hediyeler peşinde kendini nefisine oyuncak ediyorsun.
- gayrin suçu yoktur, her ne suç ve kusur varsa senindir. öyleyse asla söze “insanlar şöyledir, böyledir.” diye başlama. “biz böyleyiz, şöyleyiz.” de.
- zaruri olan günlük programın (hizbul kuran, evrad, tesbihat, namaz, risale) ekmek-su gibi olduğundan. programsız hizmet olmaz. asla bundan taviz vermeyeceksin. ya da bunlarsız yaptığına “hizmet” adı vermeyeceksin.
- herşey sınırlı olabilir : imkanların sınırlı, zamanın sınırlı, gücün kuvvetin sınırlı, ömrün sınırlı. fakat “niyet”ini sınırlayan şey nedir ?
- niyetlerini yaz, tahattur et, niyet yüzüğü tak kalbine, hatta bir niyet defterin olmalı.
- hizmette daima hatırında olması gereken fikir : sen istihdam ediliyorsun ve belki de bir fasık-ı facirsin, hatta öylesin. ve elbette ki senin istediklerin değil, Allah’ın diledikleri olacak.
- cömert olmaya vermeye çalış, hertürlü dar kalıplarını farket, ve onlardan sıyrıl.
- nefsine ücret verirken karşılığını isteyerek, ahdleşerek ver. bedava verme ki, şımarmasın ve kuvvetlenmesin. seni de rahatsız etmesin.
- herşey birşeydir, birşey herşeydir. tüm kainat sende cem olmuş. sen insaniyetine, fıtratına layık olmaya çalış. seyretmesini, ibret almasını, şükretmesini bil.
- nasılki bir müzik bütündür. onu parçalayıp her makam ve ritmini müstakil dinlemek anlamsızdır. öylede sıkıntılar senin hayat müziğini canlandıran neşelendiren anılardır. onlar olmaksızın tekdüze sıkıcı olur.
- gördüğün mehasinin Allah adına ve Allah sana kıymet verdiği için Onlarında sana kıymet verip canlı ve konuşan mahluk olarak seninle konuştuğunu duy.
- Rabbinin kainatın diliyle söylediklerine kulak ver, ruha şifa olan müziğini işit. Eşsiz resim ve fotoğraflarını gör, çek. seni bu kadar seven, hergün her an senin için nihayetsiz tasarruf yapan Rabbini hiç unutma.
- Kainattaki güzelliklere baktığın zaman, bütün bu şaşaa ve şenliğin yalnız senin için olduğunu şükranla an.
- maziyi unutmak değil, yüzünü istikbale çevirmeye ve onu tebessüm ettirmeye bak. mazine düşmanlık etme, şefkat et. (Geçmiş zaman bir mezar-ı ekber olmadığını, belki zaman-ı istikbale inkılab edip binler mecalis-i münevvere ve mecma-i ahbab, binler menazır-ı nuraniye gördüm. Şualar – 17)
- kalp telefonunu şebeke olan ve çekim gücü yüksek yerlerde ve daima batarya dolu tut ki irtibat daimi sohbet ve huzur birlikte olsun.
- hayret ve muhabbetini daima tecdid et, tazele, canlı tut.
- her zaman aklında, dimağında bir sualin, tefekkürün, duan olmalı.
- cesedim, ruhuma aklıma kalbime fikrime zikrime lisanıma hissiyatıma zevkime tefekkürüme ağır, pek ağır, çok ağır geliyor. ruh hafifleştikçe, kalb safileştikçe, akıl inceleştikçe beden denilen libası değiştirmediğimden o bedenim pek ağır, pek sakil ve pek çirkin geliyor oluyor görünüyor. akıl – kalb- ruh- beden hepsi dengeli gitmesi gerekiyormuş meğer. birisindeki dengesizlik bütünü etkiliyor. evvel-ahir, zahir-batın gibi : batın değişir de zahir değişmez mi, evveldeki ne ise ahirdeki o değil midir ? zahirin batını yansıtmıyor, ahirin evveline benzemiyor be dostum, böyle olur mu, nasıl olacak ..?
- Eğer bir kişide enaniyet hissediyorsan o senin enaniyetini gösterir, ondan haber verir, ve ona verdiğin tepki ve mukavemet de o enaniyetini ne kadar kalın hale getirdiğini haber verir. sen onun enenaniyetini görerek enaniyet yapmış oluyorsun. Eğer sende o enaniyet olmasaydı zaten onun enaniyetini göremeyecektin. Kusur hep sende, hep sende ve hep sende…
- İnsanların çalışmalarını büyük hayranlıkla tebrik et. Güzel taraflarını ona söyle ve hissettir. Sakın eksiklerini vurgulama, zaten o da eksiklerinin farkında, hem eksiklik onu görendedir. Ve mükemmel olan yalnız ve ancak Allah tır ve O olabilir.
- insanların sana ayna olduklarını hiç hatırından çıkarma.
- İnsanların iyiliklerine öyle odaklan ve öyle odaklanmalısın ki onlarla karşılaştıklarında aklına ilk olumlu şeyler gelmeli, ilk tebessüm samimi ve sıcak olmalı.
- Eğer sû – i zan gelirse, hemen düşün ki
- Senden gelmiyor
- Nefs his heva ve vehimler hükmediyorlar
- Muaccel cezasını çekiyorsun ve sû – i Zana ugrayacaksin
- Şefkat tokadı yersin
- Hem sû – i zan ettiklerin hep senden iyi çıktılar ve hem zanlarının aslı çıkmadı
- Hem hatırla “zanların çoğu yalandır”
- Hem onu ve kendini hapsediyorsun
- Hem sen hüsn-ü zan ile memursun.
- Hem sana aynadır, ne kusur ettin ki öyle bir zan da bulunuyorsun.
- Eğer kusurlu Olmasaydın kötüyü göremezdin.
- Sıkıntılarının yüzeyi ile ve teferruatları ile meşgul olma ve yorulma. Sürekli sıkıntılar olması gösteriyor ki bütün bunları üreten asıl bir kaynak var, onu bul ve asıl ondan kurtul. Sıkıntılar bir merkezden sana hücum ediyorlar, orayı çökerttiginde savaş bitecek.
Düğümler çözmekle bitmiyor, çözüldükce bir sonraki düğüm karşına çıkıyor, bütün düğümlerin ardında bir düğüm var onu bulup çözmeli…
Anahtarları ardında anahtarlar ve en nihayet bir ana şartel var ve onun ardında Trafo ve onu ardında baraj var … anahtarları kapatmakla meşgul olma, ana şarteli indir.
Ana şartel ise şualar 81.
- Ne söylediğinden daha önemlidir niye söylediğin, niye söylüyorsun? Ve niye söylüyor (lar) ?
- “Verdim” demek “verilenin sahibi benim” demektir. “Teslim ettim” demek emanetçiliktir.
Hiçbirşeyi sahiplenmeyeceksin, hiçbirşeyin altına üstüne ve üzerine adını yazmayacaksın ; unutma ki sahip oldukların hapis olduklarındır. Neden kendini esir edesin ki.
- Senin hanenden dışarıya açılan pencerenin iki kısmı var : birinci kısmı pencerenin açılıp kapatılabilen, dışarıya açık kısmı, diğeri sabit dışarıya kapalı kısım. Her iki kısımdan da dışarı gözükür ancak sadece açık kısımdan dışarıya çıkılabilir. Hanenin kuşçuğu zaman zaman dışarıya bu pencereden bakar yada çıkar gezer. Fakat kuşun pencerenin sabit kısmından dışarıya çıkma çabası beyhudedir. Dışarıyı görebilir ancak o şeffaf camdan dışarıya uçamaz, işte o akılsız kuş hep uçma çabası ile kafayı o cama çarpar. Boşuna kanat çırpar beyhude yorulur.
Demek görmek başkadır, vasıl olmak başkadır. Belki birşeyi bütün çıplaklığı ile görebilirsin, hatta çok yakınında olabilirsin ancak ; bu, o gördüğüne ulaştın, vardın, orada bulundun anlamına gelmiyor.
O pencere tefekkür penceresidir, o pencerenin açık ve açılabilen kısmı acz fakr noksan kusur vechidir, sabit camlı kısım ise enaniyet kısmıdır. O kuş ise latiferindir belki ruhundur. Hakikate vasıl olma niyetin var ise oraya açılan yol “acz fakr noksan kusur” dan geçiyor. Enaniyet ile hakikatı görsen bile ona uçamazsın teneffüs edemezsin, esaretinden kurtulamazsın, istifade edemezsin ; sürekli tenkid ve gurur camına çarpıp durursun.
İnsanlara da bu noktadan bakmalısın, tâ ki onlardan istifade edebilesin. Yoksa, onlardaki cevherleri görsen bile senin için bir kıymeti yoktur, çünkü ondan istifade edemiyorsun. Ona o akılsız Kuşçuk gibi uçmaya çalışıp ulaşamamak da senin tenkid ve kıskançlığını kamçılayacaktır.
böylesi bir bakış ve tefekkür, sadece fotoğraf çekmektir. fotoğrafın havası, kokusu, tadı, tuzu, sesi, vücudu yoktur ; ancak bir görüntüden ibarettir. sana mâl olmamıştır. fakat fotoğrafı çekilen yerde olmak ise havayı teneffüs etmek, koklamak, duymak, tatmak, dokunmak bütün hissiyatına mâl etmek, yaşamaktır.
fotoğraf çekmek, ne kadar yakın dahi olsan uzaktan bakmaktır. fotoğraftaki nurun veya ziyanın yansıması yoktur, donuktur. oysa hakiki bir ziyaya karşı durmak ile hem nurlanırsın hem ısınırsın, hakiki bir nur ise seni ışıklandıracaktır. fotoğraftaki nur, yalnız fotoğrafın fotoğraf olması içindir, görünebilmesi içindir, sana hiçbir faydası yoktur.
yıllarca fotoğraf çektin, her denklanşöre basman o kuşçuğun cama çarpmasına benzemiyor mu, fotoğraf makinesinin “şık şık şık” sesleri kuşçuğun cama vurmasıyla çıkan “tak tak tak” seslerine benzedi şimdi.
yanı başında açık duran hakikat mesleğini görmemek ve tercih etmemek ne büyük akılsızlık ve vahye tabi olmamanın neticesidir bilmelisin. açık pencere vahiydir, hakikat mesleğidir, sabit cam ise felsefedir, enaniyettir.
zavallı kuşçuk çok yoruldu : yani latifelerin yoruldular, güçsüz, nefessiz, havasız kaldılar. onlara zulmettin. gördüklerine ulaşamadın ve sana kin, nefret, kıskançlık, öfke ve düşmanlık ; yorgunluk, atalet, neticesizlik, nasipsizlik, zavallılık olarak geri döndüler.
Zavallı Kuşçuk aynı yolu denemeyi terketmedi, oysa çıkış hemen yanı başında idi.
- insanlardaki her kabiliyet elbet bir esma’yı gösterir, işaret eder. HAM ile de enaniyete dönüşür. akli melekeri gelişen ve bağ kurma kabiliyeti yüksek olan Hakîm ismi galip olduğu gibi, hissiyatı canlı, cömert ve ateşli bir mizaç da Hayy ismine ayinedarlık eder. Hakîm ismi galip olan fıtratının iktizası olarak onu sergileyecektir. Bunu izleriz ve “ne kadar akıllı, zeki bir insan” deriz. aynen böyle de Hayy ismini gösteren bir insana neden “kendini beğenmiş” deriz ki, o da fıtratının iktizasını sergiliyor, HAM’a düşmediği sürece kendisi için bir problem yok. nasıl gösterecekti : çoşkulu, heyecanlı, cömert, hamiyetli, babayiğit ve lider kabiliyetli olmayıp nasıl gösterecekti. ikisini ayırt etmek lazım. enaniyet başka Esma bambaşka.
- fıtri ve rahat olmak : eğer birşey akışında ise fıtri demektir, ama zorlamalar var ise o fıtrilikten çıkmış zarar vermeye başlamış demektir. hem akış yok anlamını taşıyor ki, akışın önü zorlamalar ile kesildiğinden büyük patlamaya ve taşmalara sebep olacak su birikmeye başlamıştır. biriken su taşacak veya o zorlanan noktayı patlatacaktır. aynen bunun gibi bizlerde yaptıklarımızda fıtri olmayı esas almalıyız. zorlamalar fıtriliği bozup bize zarar veriyor. kabımız ve fehmimiz miktarınca, ve maksada müteveccih ve kolay yoldan ve sünnete ve mesleğimize aykırı olmadan elimizden geleni yapmalıyız. hizmet, kanaat, itidal, istikamet için bu çok mühim olduğundan ve mesleğimiz velayet ve tarikat olmadığından ve şahsi kemalatın ehemmiyeti olmadığından ve zorlamalar ferdiyeti kamçıladığından ve enaniyeti şişirdiğinden ve cemaatle imtizacı zorlaştırdığından herşeyden önce fıtriliği esas almalıyız. bu doğrultuda kendimizi kasarak yorarak değil rahat bir şekilde yol almalıyız.
- “mesleğimiz “Haliliye” olduğu için meşrebimiz “hillet” tir.” eğer hıllet yoksa bir yerlerde mutlak yanlış var demektir. ya kendinde veya kardeşlerde veya abilerde :
ya tahakküm var ya enaniyet
ya ferdiyet ve şahsın önplana çıkması ile makam mevki mürşidlik ve hiyerarşi var
hizmet ve ihlas düsturlarına riayette mutlaka problem olduğunu gösterir.
- kitap okumalarında bunları ihmal etme :
takip ettiğin kitaplar olmalı
düz okumayı ihmal etme
mevzu takip etmeyi ihmal etme
tahkiki okumayı ihmal etme
lahikaları ve ihlas risalelerini ihmal etme
bunların hepsini yapmayı ihmal etme
- benim en büyük eksikliklerimden ve kusurlarımdan ve ihmallerimden en büyüklerinde bir tanesi : insanlarla cemaatle kardeşlerle muhabbet ve uhuvvet eksikliği ile kaynaşamamak paylaşamamak irtibat kurmamak/kuramamak …
bunun en temel sebeblerinde ise yine enaniyet olduğu gibi, bunu besleyen yetişme tarzım ve hususi ahlakım ve geçmiş nedenler yalnızlığımı artırdığından ve farklılaştırdığından ve kuralcılık ile soğuttuğundan uhuvvet ve muhabbetin önünde ciddi engel ve perdeler olmakla beraber inşaallah bu perdelerde yavaş yavaş kalkıyor ve şeffaflaşıyor ve yumuşuyor ve aydınlanıyor diye görüyorum ve inşaallah hepsi kalkacak. hizmet ve ihlas ve insanlık yani insaniyetim için ve ahlakımın güzelleşmesi için bu çok mühim.
- Ben nurcu olmayı becerebilirsem heryer bana dershane olur. Heryer cemaat herkes kardeş olur.
- Henüz yolun başında bile değilsin.
Güleryüzlü olmak bir insanlık, insaniyet meselesi. ..
Güleryüzlü olmak insanlığın gereği
Güleryüzlü olmak fıtratın iktizası
Müslümanlığın şe’nidir
İmanın güzelliği
Ruhun yansıması
Kalbin sıcaklığı
Güvenin emniyetin işareti
Cemal isminin tezahür etmesi
Muhabbetin cilvesi
Aklın terbiyesi
Nefsin teali etmesi
Ahlâk ın yükseklenmesi
Lütfu İlahîyi celb etmek
rahmet kapılarını aralamak
Unutulmamanın en kısa yolu
Dua almanın kuvvetli sebebi
Her yüksek ahlakın kendisiyle anlamlandığı
Kısacası gülümsemek : samimi hürmet, samimî sevmek, samimî şefkat, sadakat ve kusurlarına bakmamak. şualar.227
- Nefsim için Birkaç mühim ve küllî dersler :
Fıtri ol, gülümse ve işini yap …
- ruhumun açlığı
akşam ezanı seslenir bulutlardan
kalbinde güneş söner, üşür hatıralardan
ruh rahmana aç, bağırır firaklardan
namaz rahmani bir sofra, mütelezziz ihsanından